AFORİZMALAR

**

İnsan yaşadığı kentlerde sıkıntılı zamanlarında sığınacağı, kendini huzurlu ve mutlu hissedeceği mekanlar ve yerler keşfetmeli…

**

Hepimizin, başkalarının anlamakta zorlandığı “aykırı halleri” vardır. Bizi biz yapan – uyumlu yanlarımızdan çok – beki de işte bu “aykırı haller”dir.

**

“Savaşı askerler başlatmaz, onlar sadece ölmeye ve öldürmeye gider…”

**

Her sanatcının doğadaki çiçekler gibi serpilip boy atmak, kendi renginde açmak için özgürlüğe ve kendini besleyen bir coğrafyaya gerksinimi vardır. Ama sanatçı aynı zamanda “muhalif”tir, aykırıdır. Bunun için de, özgürlüğü ve ekmeği elinden alınarak düzene uydurulmak ya da susturulmak istenir.

**

“İnsan, hiç kimseye bir şey kanıtlamak zorunda olmadığında gerçekten özgürdür.”

**

“Yaşlandıkça anladım ki, insanları birbirinden ayıran gittikleri farklı yollar değil, taşıdıkları farklı düşüncelerdir.”

**
Güzellikleri görüp yaşayabilmek için önce kendi iç-barışımızı kurmamız gerekiyor… / Um die Schönheit sehen und genießen zu können, braucht man seinen inneren frieden…

**

Hayattan çok fazla şey beklememek gerektiğini oldukça erken öğrendim. Bu nedenle olsa gerek hiçbir zaman büyük bir hayal kırıklığı yaşamadım, buna karşılık her zaman beni şaşırtan hoş ve güzel sürprizlerle karşılaşırım…

Ziemlich früh habe ich gelernt, dass man vom Leben nicht viel erwarten sollte. Das ist vielleicht der Grund dafür, dass ich kaum größere Enttäuschungen, aber immer öfter angenehme Überraschungen erlebe…

**

“Kabahatın çoğu” onda olsa bile, bir halkı toptan suçlamak, “adam olmazlık”la itham etmek, solculuk, devrimcilik ve entelektüellikle kesinlikle bağdaşmaz. Bütün halklar, özünde kendi çıkarına olduğunu bildiği için iyiden, huzurdan, barıştan yanadır. Asıl mücadele edilmesi gereken, eğitimi, dini, ekonomiyi ve medyayı kullanarak halkın aklını çelen, kafasını karıştıran, popülist, gerici, ırkçı politikacılar, partiler ve iktidarlardır. Bu mücadeleyi de ancak, halkla birlikte, halkı aydınlatarak ve ona akıl vererek değil, elimizi taşın altına koyarak kazanabiliriz…

**

“Eleştiriyi pek seven bir toplumuz, çünkü haklı olmak zor, eleştirmek kolaydır. Değerli bir eleştirinin vazgeçilmez iki şartı vardır: gerçeği bilmek ve adil olmak…”

**

Şiir çevirileri ile uğraşalı beri, edindiğim ve giderek güçlenen bir düşüncemi, “ukalalık” etmiş olma pahasına da olsa sizinle paylaşmak istiyorum: Bizim çok beğendiğimiz, övgüler düzüp şiirlerini dilden düşürmediğimiz şairlerimizin büyük çoğunluğu ya çok “yerel şairler” ya da 1950’lerde Batıda hüküm süren şiir akımlarının “iyi taklitçileri”… Nazım Hikmet gibi, şiirde “evrensel”i yakalayabilmiş ve “dünya şiir mirası listesi”ne adını yazdıracak türde bir “şiir”e ulaşmış çok az şairimiz var…

**

“İnsan, kendisine ‘yazgı’ diye dayatılan hayata karşı direndikçe insanlaşır ve özgürleşir. Aynı şey halklar için de geçerlidir: Bir halk, emperyalistler ve işbirlikçilerince kendisine dayatılan zulüm ve sömürü düzenine direndikçe saygınlık kazanır ve özgürleşir…”

**

“En kötü aldatılma sevgide aldatılmaktır. Onun acısını ne zaman unutturabilir ne de bir başka sevgi.”

**

“Yapılan bir iyilik ya da yardım bir arkadaşlığın sonunu getirebilir.”

**

Dünyanın gidişini anlamak ve ona müdahalede bulunabilmek için sadece yaşadığımız anı ve coğrafyayı görüp anlamak yetmez; aynı zamanda uzağı ve evrensel olanı gören bir bakışa açısına sahip olmak gerekir…

**

İnsan olarak hem doğanın dengesini bozduk hem kendi bedensel, ruhsal sağlığımızı. Sonra da insanın diğer insanlara karşı sergilediği vahşete, barbarlığa ve de doğanın kendisine verdiğimiz zararın bedelini bize her gün biraz daha ağır şekilde ödetmesine şaşıp kalıyoruz….
İnsanın evrim sürecinde şans eseri yok olmaktan kurtulup, kendini diğer tüm varlıklardan daha güçlü görmesi, üstelik kendi uydurduğu yalanla kendini -Tanrı fetvasıyla- “dünyanın efendisi” ilan etmesi, geliştirdiği kıytırık “bilim” adına, her şeyi “kontrol” altına alacağına inanması kadar trajik bir yanılgı daha olamaz…

**

Edebi çeviri yapabilmek için iki dili de anlamak, konuşmak ve iyi bir bir sözlüğe sahip olmak yetmiyor. Her iki dilin olanaklarını ve sınırlarını tanımak, her iki dilde de ağlayıp gülebilmek ve hayal kurabilmek gerekiyor. Bu bağlamda, yazarın hakkını yazara çevirmenin hakkını çevirmene vermek gerekir. Özgün metnin en güzel bölümleri yazara, çevirinin en güzel bölümleri ise çevirmene aittir. Ulusal edebiyatlar yazarların, dünya edebiyatı ise çevirmenlerin ürünüdür…

**

Sivil darbeciler ile asker darbecileri birbirinden ayıran tek fark üniforma, uyguladıkları faşizan yöntemler ise her zaman aynı:  Özgürlükleri rafa kaldırmak, emre amade mahkemeler kurmak, muhalifleri, demokratları, akademisyenleri… “terörist” ya da “vatan hani” ilan ederek zindanlara atmak, zindana atmadıklarını ise vatandaşlıktan çıkarmak.
“Vatanseverlik”, “Milliyetçilik”, gelmiş, geçmiş tüm halk düşmanı baskı rejimlerinin, darda kaldıklarında sığındıkları en ikiyüzlü en büyük yalandır…

**

Almanlar, spor, satranç, müzik, çevre koruma, yaşlılara ve yoksullara yardım, eğitime destek, kültür, sanat ve edebiyat dernekleri… kurarken Almanyalı Türklerin, aradan geçen 60 yıl sonunda cami derneği, hemşehri derneği, Türkiye’deki siyasi partilerin, siyasi hareketlerin uzantısı vb. dernekler kurması, entegrasyona ve asimilasyona ne kadar dayanıklı bir millet olduğumuzun bir göstergesi. Kendimizle bir kez daha gurur duyabiliriz..

***

Eğer çevrenizi güzelleştirmek istiyorsanız, insanlara “farkında” olduğunuzu ve “değer” verdiğinizi hissettirmeniz yeter. Hele bir de yaptıkları işi, verdikleri uğraşı takdir ederseniz bakın görün ne güzellikler yaratırlar…

**

Muktedirlerin, her türlü medya aracılığı ile sürekli olarak servis edilen görüntülerindeki suratsızlık, öfke, kin ve nefret dolu bakışlar onların “iyi insan” olmadıklarının bir kanıtı, çünkü bir Alman düşünürün de dediği gibi : “Gülemeyen insan için dünyevi hayat, safiyetini ve sevincini yitirmiş demektir. Ancak tüm ruhuyla gülebilen insanların vicdanı rahattır!”

**

Gerçek anlamda sadece bize ait olan iki büyük “sermaye”miz var: Biri BEDEN ve RUH SAĞLIĞI diğeri ise BİLGİ BİRİKİMİ. Onları korumak ve geliştirmek birincil görevimiz olmalıdır, çünkü onlar olmadan ulaşabileceğimiz en üst hayat seviyesi “bitkisel hayat”tan belki biraz da yüksek olacaktır..

**

Montesquieui “Koşulsuz itaatin koşulu, itaat edenlerin cahilliğidir.”(Unbedingter Gehorsam setzt bei dem Gehorchenden Unwissenheit voraus) diyor. Batı toplumları, “aydınlanma”, eğitim ve bilim aracılığı ile “cehalet” illetine savaş açarak, “itaatkâr sürüler”den özgür düşünen, otoriteye koşulsuz boyun eğmeyen “bireyler” yaratmayı başarmış. Bize gelince; “aydınlanma”dan, bilimden öcü gibi korktuğumuz, eğitimi, “ağacı yaşken eğmek” olarak anladığımız; üstüne üstelik ana-baba olarak itaatkâr çocukları, öğretmen olarak itaatkâr öğrencileri, müdür, şef olarak itaatkâr elemanları, devlet baba olarak itaatkâr vatandaşı sevdiğimiz sürece, ne özgür bireyler yaratabileceğiz, ne de demokrasiyi kurabileceğiz…

**

Eskiden kendi kendime, başkaları ne düşünüyor acaba, diye sorardım. Şimdi pek sormuyorum; çünkü insanların çoğunun hiç düşünmediğini öğrendim…

**

Yaşamdan ve yaşatmaktan yana olan, tüm güzelliklerin ve bu hayatın yaratıcısına saygısı olan bir insan; “Biz kefenimizi giydik ve yola böyle çıktık…” demez. Bunu ancak, siyasi çıkar ve rant sağlamak için, kutsal değerleri hiçe sayarak, sözde ‘kahramanlık’ taslayan politikacılar söyler…

**

Yasam aslında bir tiyatrodur. Her insan kendi hayatının hem oyun yazarı hem de oyuncusudur. Elbette seyircisiz tiyatro olmaz, çünkü insan ruhunun alkışlara ihtiyacı vardır. İşte bu yüzden belki de kendi seçtiğimiz rolleri değil, alkış toplayacağını sandığımız ya da bize uygun olduğu söylenen rolleri oynamayı tercih ederiz. Ama güzel olan kendi hayatını ve kendi seçtiği rolü oynayabilmektir.

**

Hayatta önemli olan aslında büyük “olanaklar”a sahip olmak degil, sahip olduklarımızı iyi değerlendirmektir..

**

“Başkalarının acısı bizi sevindiriyorsa, insanlığın ve umudun öldüğü yere geldik demektir.” 

**

“İnsanın doğasında içgüdüsel olarak var olan “korku”yu bir siyasi “araç” olarak kullanarak, halkı diz çöktürmeye çalışmak terör örgütleri ile diktatörlerin ortak yanını oluşturur.”

**

“Sınıfsal egemenlik ve belli bir etnik ya da dini kimlik temelinde örgütlenmiş bir devlette, devletin ve onu yönetenlerin icraatlarını sorgulamaktan kaçan, kayıtsız şartsız “devletçi” olmayı şiar edinen kişiler, irfan sahibi olsalar dahi, özgür bir akla ve vicdana sahip olamazlar.”

**

“ortak paydalara bölündükçe, küçülüyor özgür düşünce”

**

“Sermeye sınıfının vatanı ve milleti olmamıştır. Küresel emperyalizm çağında ise kesinlikle olmayacaktır. Kapitalistlerin, “vatan” veya “millet” gibi bir kaygısı yoktur. Bir kaç saat içinde ülke ya da el değiştirebilirler. Bir yerden bir yere kaçabilirler. Tüm emekçileri ortada bırakabilirler. Onların bir ülkede ya da dünya ölçeğinde yürütükleri “savaşlar”, vatan ya da millet için yaptıkları savaşlar değil, sadece kâr ve birbirini yutma savaşıdır.  Devleti yöneten işbirlikçi , yağmacı hükümetler de milletin değil kapitalistlerin ekonomik çıkarlarına hizmet ederler. Ekonomik bağlamda savurgan, iç ve dış politikada ise milliyetçi, dinci, bölücüdürler. Her türlü demagoji, propaganda ve algı operasyonları ile gerçekleri halkın gözünden saklamaya çalışırlar…”

**

İnsanın dil (konuşma) yeteneği olmadan düşünüp düşünemeyeceği tartışmalı bir konu. Buna karşılık, insanın düşünme yeteneği olmadan da konuşulabileceğini, hükümetin “başyalancısı” her geçen gün daha kesin olarak kanıtlıyor!

**

“Vatan, millet, bayrak, Türklük, şehitlik, Müslümanlık, Kur’an, Hz. Muhammed, Atatürk, T.C. vb. gibi milli ya da dini sembolleri, kavramları veya isimleri kullanarak SİYASET ya da MUHALEFET yapanlar, her zaman bir aymazlığın ve yanlışın içindedirler. Çünkü bu kavram, sembol ve isimler hiç kimsenin adına tescilli değildir. Bir gün sizden daha “keskin” birileri çıkar, bunları elinizden alarak sizi dımdızlak ortada bırakır hatta sizi yok edecek bir “karşı-silah” olarak da kullanabilir…”

**

Öldürülen, katledilen tüm masum insanların, sivillerin, askerlerin, gençlerin akan ve akacak olan kanında hepimizin parmağı var! En başta siyasetçiler olmak üzere hepimiz suçluyuz! Nefrete, ırkçılığa, şovenizme, ayrımcılığa karşı koymadık. Savaş kışkırtıcılarına, kandan beslenenlere, silah tüccarlarına, zalimlere karşı sesimizi yükseltemedik. Ülke birliğinin ve cumhuriyetin temeli olan, eşitliği, özgürlüğü ve laikliği içimize sindiremedik. Zalimin zulmüne, adaletsizliğe, şiddete hep bir ağıdan “dur” diyemedik. Kısacası kardeşliği ve barışı yeterince savunamadık, Türkiye’nin göz göre felakete sürüklenişine seyirci kaldık..

**

Kendi tarihini, kültürünü, dinini iyi bilen, eleştirel bir akıl ve mantıkla onu içselleştiren ve dünya hakkında biraz bilgisi olan bir halk ya da millet hiçbir zaman aşağılık kompleksine düşmez. Çünkü her kültürün, her dinin aşağı yukarı aynı değerde olduğunu, tüm diğer milletlerin tarihinde de inişler çıkışlar, hem utanılası hem de onur duyulası sayfalar olduğunu bilir.

Ancak cahil bıraktırılmış, efsaneler ya da masallarla uyutulmuş milletler / halklar, diğer milletlerin güncel konumuna, ileri ve güçlü haline bakarak, aynen insanlar gibi aşağılık kompleksine kapılabilir. Bu kompleks onu, Hitler gibi aşağılık kompleksi olan bir “Führer” (Reis) tarafından kullanılmaya müsait hale getirir.

Yönetenle, yönetilenlerin aşağılık kompleksine sahip oldukları bir ülkenin ise ne yapacağı ne edeceği, hangi maceralara kalkışacağı bilinemez. Şu anda bizi endişelendiren, korkutan da Türkiye’de böyle bir durumla karşı karşıya olmamızdır.

**

Son 50 – 60 yıldır bize sunulan/dayatılan teknolojik gelişme, “zaman” ile olan bağımızı kopardı. Her şeyi daha hızlı üretmeye, tüketmeye, yaşamaya çalışır olduk…Sanki “treni kaçıracağız” endişesiyle koşup duruyoruz…Ama “treni kaçırmayalım” derken, “gerçek hayat”ı kaçırdığımızın farkına varamıyoruz…

**

“Söylediklerinizi kabul etmiyorum; fakat onları özgürce söyleyebilmeniz için sonuna değin mücadele edebilirim.” Voltaire’in, 200 yıl önce Fransız Devrimi sırasında söylediği bu cümleyi bugün Türkiye’de söyleyebilecek ve arkasında durabilecek kaç baba-yiğit politikacı yada bilim adamı var acaba?

**

Karanlığı yaşamayanlar aydınlığın değerini bilmezler… Benim gibi güneşi ve mavisi az bir ülkede yaşayanların alabileceği en güzel sabah armağanı, masmavi bir gökyüzüne uyanmaktır… Kim boyadı onu böyle güzel, hangi öpülesi el? Yoksa sizden biri mi?

**

Türkiye, hiçbir dönemde son beş yıldır tanık olduğumuz türden bir ahlaki, siyasi, kültürel ve sosyal vandalizm yaşamadı.

**

“Kendi düşünce ve paradigmalarının tüm zamanlar için doğru olduğunu kabul ederek, onları tabulaştıran çokbilmişlerin, diğer insanları değiştirmek istemeleri, hangi aklın ya da mantığın ürünüdür, bilen var mı?”

**

Venezuella halkı kahramanını yitirdi! Hugo Chávez’i seven, ona umut bağlayan herkes (ben de dahil) yas tutuyor…Bir yandan da düşünüyorum: Halkın geleceğini bir (grup) insanın kahramanlığına bağlama alışkanlığımızdan, “kurtuluşumuz”u onlara havale etmekten ne zaman vazgeçeceğiz? Kolayı olanı değil, zor ama doğru olanı, boş lafi değil eylemi ne zaman seçeceğiz?

**

En umutsuz zamanlarda bile, dostluğun düşmanlıktan, iyiliğin kötülükten, sabrın taştan, düşüncenin silahtan, sevginin nefretten daha güçlü olduğunu unutmamalı insan..

**

Bin yıllardır dünyayı kadınlar omuzlarında taşıdılar, biz erkekler yönettik! Yeryüzüne savaş, kan, göz yaşı, sömürü ve yoksulluktan başka bir şey getiremedik… Biz bırakalım onlar yönetsin artık dünyayı..

**
Tüm yaşamım boyunca hiçbir kişisel çıkar gözetmeden sosyal sorumluk bilinciyle gönüllü çalışmalar yürüten insanlara hem saygı hem hayranlık duydum. Özellikle her şeyin “devlet”ten veya “büyükler”den beklendiği, “kolaycı”, “kaderci” yanı ağır basan bir toplumdan bu tür insanların çıkması bile tek başına takdir edilmesi, sevinilmesi gereken bir durum.Bu güzel insanlar, kendilerine “dert” edindikleri toplumsal sorunları çözerek, toplumsal dayanışmanın gelişmesine, toplumsal yaşam kalitesinin artmasına katkıda bulunurken, kendi yaşamlarına da anlam katıyor, manevi olarak zenginleşiyorlar. Dolayısıyla hem kendileri, hem toplumla barışık mutlu bir insan olabilmenin şansını da yakalamış oluyorlar… Ne mutlu onlara…

**

Katiller, işkenceciler, tecavüzcüler… vicdanlarını rahatlamak için, kurbanlarının mutlaka bir “suç”, bir “günah” işleyerek bunu hak ettiklerine inanır ya da inandırılırlar. Birinci durum, bireysel psikoloji ile ilgili olup insanın aşağılık yanını sergiler. İkinci durum ise toplumsal psikoloji ile ilgilidir ve kendiliğinden oluşmaz. O mutlaka bir sapkın bir ideolojinin veya inancın ürünüdür ve toplumsal barış için çok daha tehlikelidir.

**

“Basın-yayın ve düşünce özgürlüğünün yok edilmesi, devleti yönetenlerin çaresizliğinin ve varoluş korkusunun en belirgin işaretidir,” diyor bir düşünür. Türkiye’de yaşananlar bunun en güzel örneği. Bırakın korksunlar! Korkutanların korkusu iki kat fazladır! Çünkü sonunda kaybedeceklerini, yok olacaklarını kendileri de biliyorlar…

**

“Ütopyalarının peşinden koşanlar, uykusuz gecelerden kaçamazlar…”

**

“Hayatın tadını çıkarmak yerine, kendimizi acılardan korumaya çalışıyoruz.” diyor, ruhbilimci Freud. Doğru söylüyor… Ancak, elimize diken batmasını göze almadan, bir gülü koklamanın zevkini tatmak mümkün mü?

**

Eleştirinin karşımızdakini “küçük düşürmek” olmadığını, eleştirilmenin de kendimizi geliştirmek için bir “şans” olabileceğini kavradığımızda birbirimizle çok daha iyi anlaşabileceğimize inanıyorum…

**

Kimi zaman İnsan ruhunda da Tsunami’ler oluşur… Yaşadığınız bir duygusal deprem ya da çöküntü dalga dalga büyüyerek sizi vurur ve sürükler götürür… Derin sularda boğulup gitmemişseniz eğer, kendinizi ya ıssız bir kumsalda ya da bir falezin dibinde bulursunuz, yüreğiniz yara bere içinde… Ve yaşama geri döndüğünüzde bir başka insansınızdır artık.

**

Vücudumuz, kendini yenilemek için gereksinimi olan dinginliğe, zihinsel ve bedensel uğraşılar birlikte yapıldığında daha kolay ulaşıyor. Bu bağlamda bir çiçeğe su vermek, kitap okumak kadar önemli…

**

Özür dilemek, kimi insanın kişisel yada ulusal gururuna, kibrine yenik düşerek beceremediği; kimilerinin ise kolay ve içtenlikle gerçekleştirebildiği erdemli bir davranıştır. Özrün zamanında ve yerinde yapılması, onun hem değerini hem kabul edilme şansını artırır…

**

Olumsuz bir duruma ya da gidişe ilişkin olarak, geçmişte söylediklerimin ya da öngördüklerimin gerçekleşmesi, yani haklı çıkmam, beni daha çok üzüyor. Çünkü o gelişmeyi engelleyememenin ezikliğini, insanın tek başına bir şeyi değiştiremeyişinin acısını daha çok yaşıyor, karamsarlaşıyorum. 

**

“En büyük hatamız, kendi yaptığımız hatayı kabul etmemektir.” / “Unser größter Fehler ist, eigene Fehler nicht zuzugeben.”

**

“Halk” ile “aydınlar” / “entelektüeller” arasındaki ilişki sadece biz de değil bütün “sınıflı toplumlar”da sorunlu bir ilişki olmuştur. Halkı yüceltenler, “milliyetçilik” ve “ırkçılık” gibi tehlikeli girdaplara sürüklenirken, halkı küçümseyen, “bu halktan bir b.k olmaz,” diyenler de, işin kolayına kaçıp, bir çeşit “entelektüel aklanma”ya yöneliyorlar. Bir üçüncü yol daha olmalı: çıktığı kabuğu yüceltmeyen, hor görmeyen daha “gerçekçi” ve “geçerli” bir yol..

**

“Korku insanın en güçlü duygusudur, çünkü en güçlü içgüdümüzle yani yaşama içgüdüdüsü ile ilgilidir. İnsanların çoğu, hayatta kalabilmek için “korku”ya boyun eğer, özgülüklerinden, haklarından vazgeçerler. Korku’nun bir başka özelliği de bulaşıcı olmasıdır. Bunu bilen derin-devlet ve siyasi iktidarlar, anti demokratik iktidarlarını pekiştirmek ve sürdürmek için “korku”dan yararlanırlar. Korku’yu derinleştirmek ve yaymak için terör dahil her türlü yöntemi kullanırlar. Kendilerinin tek korkusu ise “cesaret”ir, yani yurttaşların haksızlığa, hukuksuzluğa karşı seslerini yükseltmesi, baş kaldırmasıdır. Bunu önlemek için en ufak direnişi bile şiddet kullanarak bastırmaya çalışırlar, çünkü “korku” gibi “cesaret” de bulaşıcıdır.”

**

İnsanın basiretsizliğinin ve açgözlülüğünün, tabiatın zenginliğini ve çok çeşitliliğini yok edebilmesi ne kadar elem verici!

**

Has şairler bilirler, bilinçaltında oluşmuş ve kendini kulağınıza fısıldayıp duran bir şiiri yazıya dökmenin, bir elması kayalardan söküp işlemek kadar zor bir iş olduğunu. Ümit Yaşar Oğuzcan’ın o minik, ama vurucu şiirinde: “En ağır işçi benim/ Gün yirmi dört saat / Seni düşünüyorum” diye sözünü ettiği işçilik, “şiir işçiliği”dir aslında. Fakat, biz nedense Ümit Yaşar’ın 24 saat boyunca sevdiğini düşündüğünü tahayyül etmekten hoşlanırız.

***

“Biyolojik evrime inanıyorum, ancak insan soyu olarak, sosyolojik, ruhsal ve zihinsel evrim yolunda ileri gidebilmek için en az üç Nuh Tufanı daha yaşamamız gerektiğini düşünüyorum.”

**

“Demokrasinin en azılı düşmanı “yalancı basın” ile “yalancı tv’ler”dir. Bunların tek işlevi, halkın gerçeği öğrenmesini engelleyerek, kendilerini besleyen ktidarların ayakta kalmasını,devleti ve halkı soymasını sağlamaktır.”

**

Düşünce ve basın-yayın özgürlüğü demokrasinin olmazsa olmazlarındandır! Günümüz dünyasında, bu özgürlükleri rafa kaldırarak, gazetecileri, yazarları, bilim insanlarını hapse atarak, sürgüne zorlayarak, yurttaşları susturamaz, düşüncelerini yasaklayamazsınız! Onlar, mutlaka bir yolunu bulup seslerini, fikirlerini ülke ve dünya kamuoyuna duyurmayı başarırlar…

***

“Bilimin ve felsefenin kovulduğu toplumların zihnini hurafe ve tabular doldurur.”

**

Sevdiğim Alman şairlerinden Christian Morgenstern diyor ki, “Bir gerçeklik, ancak biz onu kabullenecek olgunluğa eriştiğimizde etkisini gösterir…” Bu tümce, biz Türklerin gerek kişi gerekse toplum olarak, tarihi ve güncel gerçekleri kabullenmedeki zorlanışımıza ışık tutuyor sanki…Biz henüz “gerçeklerimiz”le yüzleşecek OLGUNLUĞA erişemedik anlaşılan ve bunun için de, bir süre daha “yalanlar” ve “mitoslar”la yaşamaya mahkumuz

**

Bugün, “vatan, millet, devlet edebiyatı” ile uyutulanlar, yarın bir diktatörün demir ökçesi altında uyanırlarsa şaşırmasınlar.

**

“Kabahatin” çoğu onda olsa bile, bir halkı toptan suçlamak, “adam olmazlık”la itham etmek, solculuk, devrimcilik ve entelektüellikle kesinlikle bağdaşmaz. Bütün halklar, özünde kendi çıkarına olduğunu bildiği için iyiden, huzurdan, barıştan yanadır. Asıl mücadele edilmesi gereken, eğitimi, dini, ekonomiyi ve medyayı kullanarak halkın aklını çelen, kafasını karıştıran, popülist, gerici, ırkçı politikacılar, partiler ve iktidarlardır. Bu mücadeleyi de, halka rağmen değil, halkla birlikte; halka akıl vererek değil, halkın içinde elimizi taşın altına koyarak kazanabiliriz

**

Gazeteci Mehmet Ali Birand’ın ölümünün hemen ardından “iyi şeyler” yanında bir o kadar da “kötü” ve “aşağılayıcı” şeyler yazılıp çizildi şu sanal ortamda… İnsanları, kendi doğrularımıza, kendi inaçlarımıza göre yargılamak ve yaftalamakta üstümüze yok. Buna bir de “benden yana olmayan benim düşmanım”dır tavrı eklenince, kültürümüzü, geleneklerimizi bir yana bırakıp ölenin ardından lanet okumak, küfretmek çok doğal olmaya başlamış… Çok YAZIK!

**

Her ayrılığın, her “gidiş”in kendine özgü bir anlamı vardır: Bazen eskiyi geride bırakmak, bazen bir arkadaşı, bir kenti terk etmek, bazen bir alışkanlıktan vazgeçmek, bazen hüzün, bazen acıdır. Ve her ayrılık, her gidiş aynı zamanda yeni bir şeye başlamanın sevinci, yeni bir serüven, yeni bir arkadaş, yeni bir kent ve yaşam yolunda ileriye doğru atılmış bir adımdır…

**

Her savaş kötüdür. En kötü savaş ise, aynı ülkeyi, aynı kaderi ve aynı geleceği paylaşan iki halkın çocuklarının birbirine kıldırıldığı “kardeş-savaşı”dır..

**

Kendi içinde “birlik” ve “beraberliğ”i sağlayamayan milletlerin her zaman, savaşacak ortak bir iç yada dış düşmana gereksinimi vardır…

**

Emperyalizmin, Türkiye’yi, “ılımlı” ve “uyumlu” bir “islam devleti”ne dönüştürme projesi, akp’nin siyasi “ustalığı”, “yüce milletimiz”in % 50’sinin “cehaleti”, % 30’nun da “korkaklığı” sonucunda, İran’da olduğu gibi bir “teokratik diktatörlük”e doğru hızla evriliyor. Geri kalan % 20 ise çaresizliğin, umutsuzluğun acısıyla kıvranıyor. Durum dayanılır gibi değil…

**

“Eğer bir geminin rotası yanlışsa ister tek kaptanlı, ister iki kaptanlı olsun, önünde sonunda karaya oturmaya ya da kayalara çarpıp batmaya mahkumdur…”

**

Zaman değişir, iktidarlar değişir, yasalar değişir, insanın zulüm ve vahşeti değişmez. Bunu değiştirmeye ne dinlerin ne ideolojilerin ne de yasaların gücü yeter. Bu sorunu çözecek tek güç galiba genetik bilimi. Genetik bilimciler gelecekte insanı vahşete yönelten o sapık geni bulup izole ederek dünyaya ebedi barışı getirebilirler.

**

“Sesi kısılmış toplumlarda monolog gümüş, diyalog altındır.”

**

Akıl ve zeka yoksunu korkaklar, amaçlarına ancak şiddet ve silah zoruyla ulaşabilirler.

**

İnsanın yaşama gücü ve istenci, dağları yerinden oynatan, mucizeler yaratan bir güçtür. Yeter ki, umutsuzluğa düşüp onu yitirmesin!

**

“Karamsarlık ve bezginlik de korku gibi bulaşıcıdır. Zor zamanlarda sanata, edebiyata ve dostlarımıza daha çok sarılmak, her şeyin bir gün değişeceğini bilerek, gelecek güzel günlere inanmak gerek…”

**

Benim gibi yaşı altmışı geçmiş de olsa, insan kendini ölüme, ölüm haberlerine hazırlayamıyor. Belki de yaşamın, herşeye rağmen güzelliiği, engelliyor ölümü düşünmemizi. Ölüm bize hep uzak gibi duruyor. Sonra bir arkadaşımızın, bir yakınımızın yada sevdiğimiz bir sanatçının ölüm haberini alınca, dilimiz tutuluyor, ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Bir an, bizi bırakıp giden insana olan sevgimiz, yaşanmışlıklar, anılar geçiyor zihnimizden, belleğimizden. Sonra derin bir acı ve hüzün sarıyor yüreğimizi. Genç veya çok erken bir ölüm haberiyse aldığımız daha da katlanıyor acımız; isyan ve öfkeyle doluyor içimiz. Ne fayda! Ölüm karşısında genç yaşlı, kadın erkek hepimiz eşit ve çaresiziz.

**

Gerçek bir aydının (entelektüelin) en belirgin özelliği derin bilgi birikimi ya da sosyal zekası değildir. Onu aydın yapan, insanın ve insanlığın dertlerini kendine dert edinmesi ve ‘üstüne vazife olmayan işler’e karışmasıdır…

***

Alman dilinin çok şey borçlu olduğu dil bilimci ve folklor araştırmacısı Grimm Kardeşlerden, Jacob Grimm’in bugün 231. doğum günü. Şu söz ona ait: “Dilimiz ve edebiyatımızdan başka ortak neyimiz var ki?” Keşke bunu biz de söyleyebilsek! Cumhuriyet, demokrasi ve laiklik düşmanı politikacılar bizi o kadar çok ayrıştırdılar ki, maalesef artık ortak ne bir dilimiz ne de edebiyatımız var!

**

İnsanlık her çağda, karşı karşıya kaldığı felaketlerden, belalardan kendini kurtaracak mucizelere ve kahramanlara ihtiyaç duydu. 21. Yüzyılda hâlâ bizi kurtaracak büyük kahramanlar, mucizeler bekliyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz. Çünkü postmodern çağ sadece düzmece kahramanlar üretiyor, biz küçük insanları onlara umut bağlamaya, onların peşinden koşmaya zorluyor. Yalanlar, sahte rakamlar ve düşlerle bizi mucizelere inandırmaya çalışıyor. Artık, bu çağda mucizelerin mümkün olmadığını ve asıl kahramanların biz küçük insanlar olduğunu anlamanın, görmenin ve göstermenin zamanı.”Ben ne yapabilirim ki?” demek ta başta teslim olmak, mücadeleyi kaybetmektir. Hiçbir şey yapamıyorsak sesimizi yükselterek “HAYIR!” yada “YETER!” diyebiliriz! Acımızı, öfkemizi, dayanışmamızı, bir mum yakarak, bir karanfil bırakarak, bir duruşu alkışlayarak, tepki veren, direnen bir başka “küçük insan”a sarılarak gösterebiliriz…

**

Almancada, “öğrenmeye-dirençli” (Belehrungsresistent) anlamına gelen bir sıfat var. Öğrenmemekte direnen, aldığı dersleri içselleştiremeyen veya dikkatte alamayan kişiler için kullanılıyor. Kişiler için kullanılan bu sıfat, halklar için de kullanabilir mi bilmiyorum, ancak eğer kullanmak mümkün olsa, sağcısı, solcusu, dincisi… ile en çok biz Türklere yakışırdı sanıyorum
**

Birileri alenen ya da sinsice “iç savaş” hazırlığı yapıyor olsa dahi, bize düşen gömdüğümüz “savaş baltası”nı topraktan çıkarıp bilemek değildir.

**

Postmodern anlayış ve global kapitalizm, inandığımız tüm gerçekleri, idealleri yıkarak ve bizi tek başımıza bırakarak kendini ayakta tutmaya çalışıyor. Bu durumda yapmamız gereken inandığımız gerçeklere, ideallere ve de birbirimize daha çok sarılmaktır.

**

Alman Filozof Ludwig Feurbach; “Hristiyanlık dini, acı çekmenin dinidir,” diyor. 
İslam dini de “ölmenin ve öldürme”nin dini mi acaba?

**

Tarih boyunca yaşanmış iç savaşların ve halk isyanların nedeni, egemenlerin iflas etmiş bir siyaseti halka ya da halkın bir bölümüne baskı, zulüm ve silah zoruyla kabul ettirmeye çalışmalarıdır…

**

Ait olduğu milletin, ülkenin tarihinin utanç verici sayfalarıyla yüzleşmeyen; 17 yaşındaki gençleri siyaseten asan cuntacılarla hesaplaşmayan, kendi çıkarı için ülkeyi ateşe atan seçilmiş despotları sorgulamayan insanların, aklının, vicdanın özgür olamayacağını, demokrasiyi, eşitliği, kardeşliği hiçbir zaman tam olarak için sindiremeyeceğini düşünüyorum.

**

Düşünüyorum da, eğer yurttaşların, gururlarını okşayacak, kendilerine umut verecek pembe yalanlara ihtiyacı olmasaydı, baştaki politikacıların da bu kadar çok yalan söylemesine gerek olmayacaktı.

**

Eğer anarşist değilsek, toplumsal yaşamın varlığı ve idamesi için devleti ve devlet erkini kabul etmek ve ona saygı duymak zorundayız. Ancak devletin örgütleniş biçimini, amacını, yurttaşlar için taşıdığı ekonomik, hukuki, sosyal ( = sınıfsal) ve siyasi anlamı düşünmeden, sorgulamadan, Ben devletimin yanındayım! demek, devleti yönetenlerin yaptıkları hataları, işledikleri suçları görmezden gelmektir.

**

Acıma duygusunu yitiren kişi, insanlığını da yitirir.

**

İnsan haklarına sahip çıkmanın ve onu savunmanın bir tür insanlık ve insan olma mücadelesi olduğunu kavradığımız gün, eşitlik, kardeşlik ve barış için en büyük adımı atmış olacağız.

**

Siyasi çabalarımızda, Marks’ın bile anlamakta, açıklamakta zorlandığı, farklı bir toplum ve ülkede yaşadığımızı, karşımızda takiye, tevekkül, kadercilik, teslimiyet, şehitlik… gibi aşılması, yıkılması çok zor değerler ve inançlarla ve bunları sürekli yeniden üreten bir devletle / sistemle karşıya olduğumuzu çoğu zaman unutuyoruz.

**

Dünyamızın geldiği noktada, Facebook ve Twitter gibi sosyal-paylaşım ve iletişim ağlarını, yalnızca bir boş zaman uğraşısı” olarak görmenin yanlış olduğunu düşünüyorum. İnsanlığa dayatılan karanlık, kanlı ve insanlık dışı gidişe karşı verilmesi gereken ortak mücadelede her olanağı, her ortamı iyi değerlendirmek zorundayız. Bu mücadelede öncelikle yapmamız gereken şey, demokratik ve hümanist bir dayanışma kültürü oluşturmaya çalışmaktır.

**

Türkiye’deki aydınlar, her şeyi çok ve doğru bildiğini sanıyor, yakınmayı/eleştiriyi çok seviyor, fakat iş değiştirme, düzeltilme, mücadeleye gelince işi başkalarına havale ediyorlar. Alman aydınları ise politika da çok daha tutarlı, bilgi ve deneyim konusunda alçak gönüllü , mücadele konusunda daha sabırlı ve daha uzun soluklu.

**

Anadolu hümanizminin, birleştirici felsefesini içselleştiren ve 68 Kuşağı’nın sözden çok eylemi öne çıkaran mücadele yöntemini benimsemiş bir kişi olarak, kendi kabuğuna çekilmiş ya da bencil, bireyci, topluma, çevresine bir şey vermekten çok almaya çalışan insanlara değil, bilinçli ve özverili bir tutkuyla, kendini yetkin gördüğü, ilgi duyduğu kültürel, sosyal, çevresel, sanatsal alanlarda, – birlikte yaşadığı insanlara, akıl ya da öğüt vermek yerine- somut projeler, eylemlerle topluma bir katkı sunmaya, birlikte yaşamını güzelleştirmeye çalışan arkadaşlara, – siyasi, etnik ya da cinsel bir ayrım gözetmeden- özel bir saygı ve sevgi duyuyorum.

**

Bir kentin insana yurt olabilmesi için, onun tarihi, doğal ve tarihi güzelliği yetmez. Kendimizi evimizde hissedebilmemiz için arkadaşlar, dostlar, komşular kısaca insanlar gerekir. Anlaşabileceğiniz, aynı dili konuşan, aynı değerleri paylaşan insanları bulmak, onlarla kalıcı ilişkiler kurmak hiç de kolay değildir. Bunun için çaba ve zaman harcamak gerekir.

**

Türkiye’yi sevdiklerini büyük, güçlü ve saygın bir devlet olmasını istediklerini iddia ederek, cumhuriyete küfredip Osmanlıyı öven, laiklikten, özgürlüklerden, demokrasiden, iç-barıştan vazgeçerek, ülkeyi bir diktatöre teslim etmeyi yeğleyen, gidişata karşı çıkan herkesi, batı hayranlığı, Türkiye düşmanlığı ile suçlayanlar bilsinler ki, asıl kendileri feci bir aymazlık, ağır bir siyasi körlük ve Türkiye’nin geleceğine yapılmış çok büyük bir ihanetin içindedirler.

**

Bana göre, felsefi ve kültürel bağlamda Türkiye’den batıya ve doğuya bilinçli ve objektif bakabilen az sayıdaki düşünürlerden biri Cemil Meriç’tir. Sol kesim, Meriç’i küçümseyerek görmezden gelmiş, sağ kesim ise onu tam manasıyla okuyup anlamadan, batı düşmanı sanarak sahiplenmiştir.

**

Aşağılık kompleksi veya sağlıksız özgüven ile gerçeklik kaybı sadece kişilere özgü ruhsal hastalıklar olmayıp tarih boyunca bazı toplumlarda / milletlerde de rastlanılan, tedavisi çok zor, ağır sonuçları olan hastalıklardır.

**

İki dilde yaşamak hiç de kolay değil, çünkü iki dilde yaşamak iki insana iki ülkeye denk düşüyor. Öyle olunca kimi günler, hüzün iki kat hüzne, kırgınlık iki kat kırgınlığa, yalnızlık iki kat yalnızlığa dönüşebiliyor.

**

En iğrenç ve tehlikeli siyaset, yalan ve demagoji üzerine kurulmuş siyasettir. En iğrenç ve tehlikeli siyasetçi, fıtratında yalan olan, bilerek ve inanarak yalan söyleyen siyasetçidir. Yalan ve demagoji yoluyla iktidara gelen siyasetçiler, siyaseti çirkef bir futbol maçı haline getirerek, ülkenin siyasi ve ahlaki yapısını zehirler, geleceğini yok ederler.

**

Kimi kez, yanlış bir yerde ve yanlış bir zamanda yaşadığımızı ya da doğru bir sahnede, fakat yanlış bir oyunda oynadığımızı düşündürse de, meçhul bir senaristin kalem aldığı, rastlanın her şeyi belirlediği traji-komik bir senaryodur hayat.  Önemli olan, yolun sonunda senaryodan çıkardığımız filmin, yine meçhul bir makinistin bir düğmeye dokunmasıyla belleğimizde gösterime girince, renkli, sinemaskop ve de dolbi kalitesinde olmasıdır. Filmin üçüncü kişiler için hazırlanan kopyasının ne kadar gösterimde kalacağı veya bir ödüle layık görülüp görülmeyeceği sorusunun yanıtıysa her zaman uzak yıldızlarda yazılı kalacaktır…

**

Evrende hiçbir şey sürekli ve kalıcı değildir. Her şeyin: dünyanın, hayatın, mevsimlerin, karanlığın ve de siyasi iktidarların bir başlangıcı, bir sonu vardır. Fakat insan, bir tüneli andıran karanlık zamanlardan geçerken bunu unutur. Tünel hiç bitmeyecekmiş sanır, tünelin sonundaki ışığı değil, sadece tünelin karanlığını görür ve umutsuzluğa kapılır. Doğru olan hem karanlığı hem ışığı birlikte görmek ve düşünmektir.

**

Gerçek edebiyat, kavga, acı ve umuttan beslenir. Kavga çirkefe, umut hüsrana dönüşür, acı müzminleşirse, edebiyat da ya bir ağlama duvarına ya da verimsiz bir tarlaya evrilir.

**

Sanıldığının aksine zor olan, düşünceyi söze dökmek değil, sözden yola çıkarak düşünce üretmektir.

**

Her meslek kendine özgü bilgi, beceri ve sabır gerektirir. Ancak kimi meslekler en başta onur gerektirir. İşte o mesleklerden biri de öğretmenliktir. Bir Çin atasözünde belirtildiği gibi, öğretmenin öğrettikleri onurlu olduğu kadar saygı ve kabul görür…

**

Yalan ve hurafe ile beslenen bir kültürde, sadece kendini dev aynasında gören aptal, cahil ve görgüsüz ‘cüceler’ yetişir.

**

Yaşadıklarımıza birlikte ağlayıp birlikte gülebilseydik, bunca ayrı düşmezdik birbirimizden.
**
Dünya küçüldü, mesafeler kısaldı. Dün Ayvalık’taydım, bugün Duisburg’ta. Yüz yıl öncesi insanın düşünemeyeceği bir durum. Martin Luther King’in deyişiyle: Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, buna karşılık çok basit bir sanatı, kardeş gibi yaşamayı unuttuk.

***

Giderek özümüzden uzaklaşıyor, sözde hayatlar sürdürmeyi tercih ediyoruz. Aslında yaşamımızın her alanında bir sözdeleşme almış başını gidiyor: sözde yurtsever, sözde hoşgörülü, sözde demokrat, sözde Müslüman sözde hepimiz kardeş ve sözde hepimiz insanız…. Yalanlar ve mitler üzerine kurulmuş bir düzenin insanlarından başka ne beklenebilir ki?

***

Hayat, birçok insanla yolumuzu kesiştirir, sonradan bir kısmıyla yollar ayrılır. Yolumuzun ayrıldığı çoğu kişi geride hiç iz bırakmadan gider, çok azı belleğimizde ve kalbimizde ömür boyu taşıyacağımız silinmez izler bırakırlar…

***

Kör terörü, lanetlemekten başka elimizden bir şey gelmemesi, bilginin, bilgeliğin, felsefenin, mantığın, sözün bir işe yaramayışı çok acı… Daha da acısı tarihin bize, terörün devletin karşı şiddet kullanmasıyla bitmeyeceğini, daha da tırmanacağını öğretmiş olması… Ne olur bir mucize olsun bitsin artık bu kanlı terör!

***

Yaşama saygı duyan, özgür bir insan aklı ve vicdanı olan bir insan nereden, kimden gelirse gelsin ve kime karşı yapılırsa yapılsın terörü onaylamaz. Terör eylemleri karşında siyasi, dini ya da ideolojik nedenlerle susan kişiler, dolaylı olarak terörü teşvik eder. Tarihte terör insanlık ve etik dışı bir araç olarak, kısa erimde başarı elde etse bile uzun vadede her zaman kaybetmiş ve lanetle anılmıştır. Bundan sonra da öyle olacaktır!

***

Herkes kendi arzu ettiği hayatı yaşayabilseydi, daha mutlu ve hoşgörülü bir toplum olurduk. Bırakalım herkes kendi hayatını yaşasın!

***

Diktatörler, tiranlar, zorbalar mizahı, gülmeceyi sevmedikleri gibi kendilerine gülünmesinden, kendileriyle ilgili espriler yapılmasından hiç hoşlanmazlar! Gülmeye kalktıklarında bile suratları gerilir, garip bir şekil alır… Gülmek özünde yaşamdır, direniştir, devrimci bir eylemdir. İşte bu nedenle, insanların, halkın gülmemesi için ellerinden geleni her şeyi yaparlar.

***

Kalbimizin elleri, ellerimizin de kalbi olsaydı, dünya ne kadar güzel olurdu kim bilir.

***

40 yıllık göçmenlik serüvenimde yabancılık duygusunun her türünü yaşadım diyebilirim, ancak en kötüsü insanın, özyurdu saydığı ülkede kendini yabancı hissetmesi.

***

Haklı çıkmak ya da haklı olduğunu bilmek, her zaman insanı teselli etmeye yetmez.

***

Onurla taşınan bir yenilgi gelecekteki başarı için atılan ilk adımdır.

***

Türkiye solunun trajedisi her zaman bir ikilem ile karşı karşıya kalmasında / bırakılmasında yatar.

***

Gördüğümüz her şeyi gerçek sanmamız düştüğümüz yanılgıların temelini oluşturuyor. Bir nesneye, bir olaya farklı açılardan, farklı perspektiflerden bakmak, gerçekliğin farklı yönlerini görmemize ve dünyayı doğru algılamamıza yardımcı olur. 

***

Aklımız, dolayısıyla düşüncelerimiz (ruhumuz) dış dünyadan ve dış gerçeklikten bağımsız değildir. Ancak gerçekliği anlamlandırmak, yorumlamak ve onu değiştirmek akıl ile mümkündür.

***

Kölelerin olmadığı yerde, despotlar da olmaz! O halde, kölelik zihniyetini kıramadığımız sürece başımızdan despotlar, darbeler, diktatörler heveslileri de eksik olmayacak. Kölelik zihniyetini kırabilmek ise ancak, özgürlük, adalet ve dayanışmanın egemen olduğu bir Türkiye’de gerçekleştirilecek yeni bir aydınlanma ve özgürleşme seferberliğiyle, gerçek laiklik başta olmak üzere cumhuriyetin ilkelerine sahip çıkan, temel hak ve özgürlüklere saygılı bir siyasi ittifakla mümkün olabilir.

***

Türkiye’de demokrasi kültürünün ve demokrasinin bir türlü oluşmamasının en önemli nedenlerinden biri, hem laik-sol kesimde hem de islami sağ kesimde yok denecek kadar az gerçek entelektüelin olmasıdır. Üniversite bitirmek, bir ideolojiye angaje olmak, bilgi-birikim sahibi veya profesör, doçent, gazeteci, yazar, şair olmak hatta iktidara, sisteme muhalif olmak entelektüel olmaya yetmiyor. Profesyonellerin baskısı /etkisi giderek artarken, amatör kalıp kamusal alanda yoksullar, yok sayılanlar, güçsüzler adına kendi görüş ve tavrını temsil etmekte ısrara eden bireydir entelektüel.” 

***

Zaman, insanın hiç bu kadar ruhsuz ve acımasız oluşuna tanık olmadı belki de.

***

Düşmanlıkların çok kısa, dostlukların ise sonsuza değin sürdüğü bir dünya istiyorum.

***

Kamu önünde özeleştiri yapmak dürüst ve vicdanlı, ‘günah çıkarmak’ ise dindar kişilere özgüdür. Ancak sorumluluğu veya kefareti olmayan bir özeleştiri ya da günah çıkarma bekâra karı boşamak gibi anlamsız ve değersizdir.

***

Namus, şan ve şeref sözlerini dillerinden düşürmeyenler genellikle bu alanda özürlü olanlar ya da bunlara hiçbir zaman sahip olmayan kişilerdir. Bir Alman atasözü der ki, şeref yoksulu olmak, utanç varsılı olmaktan evladır.

***

İnsani ilişkilerde, günlük hayata hatta politikada yaşanan kavgaların çoğu, kendimizi karşı tarafın yerine koyamadığımızdan, yani empati yapamamaktan kaynaklanır.

***

Her doğan gün düşüncelerimize yeni renkler katabilir, düşüncelerimiz ise günlerimizin rengini belirler.

***

Bir inancın, bir fikrin, bir ideolojinin aşağılanarak, yasaklanarak ya da baskıyla ve zulümle yok edilemeyeceğini, fikre karşı ancak fikirle mücadele edilebileceğini anladığımızda toplumsal barışa biraz daha yaklaşmış olacağız.

***

Size hayatı zindan edeni, hayatınızdan çıkarıp atmadığınız sürece, hayatınız bir gün zindana doğacak güneşi beklemekle geçecektir.

***

Barışa giden yolda, sürekli olarak karşımıza çıkan ve kaldırılması gereken üç taş vardır: biri nefret, biri didişme biri de akıl dışı davranış.

***

Hem düşünceleri hem de eylemleriyle adları – tartışma götürmez şekilde – Türkiye’nin yakın tarihine gerçek yurtseverler olarak geçen devrimcileri (Mahirleri, Denizleri…) ve onların yolundan gidenleri, vatan hainliği ve terörizmle suçlayan, idam edilmelerine, katledilmelerine, hapislerde, sürgünlerde çürümelerine göz yuman hatta alkış tutanlar, şimdi yaşadıkları büyük ihanet karşısında, geçmişteki tavırlarından vicdan azabı veya pişmanlık duyuyorlar mı acaba?

***

Ne söylersek söyleyelim, ne yazarsak yazalım, söylediklerimiz, yazdıklarımız ne kadar haklı, ne kadar doğru ve ne kadar güzel olursa olsun; muhatap aldığımız kişilere ulaşmadığı, ulaşsa bile algılanamadığı, algılansa bile içselleştirilmediği sürece gök kubbede hoş bir seda olmaktan başka kıymeti harbiyesi olmayacak.

***

Cehalet, dünyanın her yerinde var. Ama hiç bir ülkede, Türkiye’deki gibi pervasızca ve küstahça ortaya dökülmüyor.

***

Hayatın kendisi bize, büyük düşünür ve filozoflardan öğreneceğimizden daha değerli ve esaslı şeyler öğretir.


***

Acı insanı olgunlaştırır, sevgi iyileştirir.

***

Kendi kendine yetebilmek, yalnızlığın koyu rengini açar, ama onu tatlandırmaz.

***

Tüm bayramlar öncelikle çocukların bayramdır… Onlar ayrım yapmayı, haram yemeyi, haksızlık etmeyi bilmezler… En çok onların gereksinimi vardır gülmeye, sevinmeye, mutlu olmaya.

***

Filler tepinir çiçekler ezilir, fidanlar kırılır.

***

Ayağımın altındaki kum taneciklerini oluşturmak için, denizin milyonlarca kez dalgalarıyla taşları dövdüğünü düşününce insan olarak ne kadar sabırsız olduğumuzu anladım.

***

İki insanın aynı resme bakıp farklı şeyler görmesi, aynı makaleyi okuyup farklı şeyler anlaması, aynı şeyi düşünüp farklı şekillerde ifade etmesi, aralarındaki düşünsel ve duygusal uzaklık ile doğru orantılıdır.

***

Düşündüm de, her alanda ayrışmanın, cepheleşmenin, kutuplaşmanın arttığı, aradaki çukurların derinleştiği bir zamanda, siyasi, dini, milli, etnik, kültürel, sanatsal… bağlamda farklı yerlerde duran bir çok insanla karşılıklı kabullenme ve saygıya dayalı ilişkim / diyaloğum var. Hal böyle olunca insanın aklına ister istemez, yanlış ben de mi yoksa bu arkadaşlarda mı? sorusu geliyor.

***

Evet insan insanın kurdudur, ama aynı zamanda insan insanın ilacıdır. Ne kadar güçlü bir kişiliğe sahip olursa olsun, insanın en temel ihtiyaçlarından biri yine insandır. Bunu en iyi hiç kimsesi olmayanlar, bir hücreye kapatılanlar ya da tecrit edilenler bilirler. Kutsal kitaplara bakarsak, Tanrı bile yalnızlığa dayanamayıp insanı yaratmış!

***

21. Yüzyıl bize, sadece kimi hastalıkların değil, cehaletin ve ırkçılığın da bulaşıcı olduğunu öğretti.
***

Söz savrulup gidiyorsa rüzgarda, susmak bir şiirdir belki de.

***

Birine karşı gösterdiğiniz hak edilmemiş ilgi ve sevgi, bir gün size pişmanlık ve üzüntü olarak geri döner.

***

Almancı gözüyle, Türkiye insanın çoğunluğunda egemen olan beş ruh hali:

1) Cehaletten kaynaklanan ukalalık ve kendini beğenmişlik.
2) Dünyada sadece ak ve kara rengin olduğunu sanmak.
3) Beni sevmeyen ya da eleştiren benim düşmanımdır, düşüncesi.
4) Mazoşizme varan karamsarlık ve acındırma tutkusu.
5) Ben akıl vereyim, sen yap! tavrı.

***

Tüketmek amaçlı olmayan, anlamaya, tanımaya ve öğrenmeye yönelik, adına şimdilerde kültür seyahati” denen geziler, Anatol France’ın dediği gibi, sadece insanın düşünce ve görüşlerini değiştirmekle kalmıyor, insanın kendi dünyasında da yeni kapıların, yeni pencerelerin açılmasına olanak sağlıyor…

***

Arada bir de olsa, kendimizin küçük ve dünyanın o büyük dertlerini uykuda bırakıp sıradan, telaşsız yeni bir güne uyanmak, dilinin ucuna geliveren bir şiirle bir şarkıyla dışarıda gürül gürül akan hayata merhaba” demek ne güzel.

***

Eğer düşünebiliyor, sevebiliyor, özgür davranabiliyor ve gün batımlarında günün açtığı yaraları sarabiliyorsan gerçekten yaşıyorsun demektir.

***

Gerçeği değiştirmenin iki yöntemi vardır: Söz, yani laf ya da eylem. 
Edilgen ve tembel insanlar sözü tercih ederek lafla peynir gemisi yürütürler. Dürüst ve cesur insanlar ise, en zor şartlarda bile eylemi tercih ederek, ellerini taşın altına koyarlar.

***

En çekilmez insan tiplerinden biri de dinlemeyi öğrenmeden, konuşmayı kendine hak sayan ve de her şeyi bilen insandır. O insan üstelik silip atamayacağınız biriyse vay halinize.

***

Bu vahşi çağda, her sanatçının, edebiyatçının yeri ezilen insanın ve katledilen doğanın yanıdır! Şarkılar, şiirler, öyküler, resimler, fotoğraflar onlar için olmalıdır!

***

Hayatımızda öyle anlar vardır ki, sözün kendisi bir eylemdir ve değeri eylemden daha büyüktür.

***

Biçimi önemsemeyenler, özü de yeterince ciddiye almazlar.
***

İnsan kendi istediği hayatı yaşamasa da kendi ölümünü ölür.

***

Doğrular ve gerçekler, yanlış kişiler tarafından dile getirilince değerinden bir şey kaybetmez.

***

Aslında çok yalın ve basit gerçekleri bile karmaşık ve anlaşılmaz bir biçime sokmak, post-modern dünyanın bir hastalığı olmalı.

***

Hiçbir diktatör, hiçbir ülkede halkı şiddet kullanarak uzun süre baskı altında tutamaz; çünkü evrendeki hiçbir arzu, özgürük arzusu kadar sürekli ve güçlü değildir. Bu arzuya karşı ne bir hükümet ne de bir tiran, polisiyle askeriyle karşı durabilir.

***

Bir insanın hiç değişmeyeceğine inanmak bilime ve insan doğasına aykırıdır! insanı biçimlendiren koşullarıdır, koşullar değiştikçe insan da (olumu yada olumsuz yönde) değişir!

***

Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanların en ağır basan iki duygusu, özlem ve hüzündür

***

Kendimizi en aciz hissetiğimiz, öfkelenmekten başka elimizden bir şey gelmeyen saldırı türü, aptallar, cahiller ve yarı cahiller tarafından aklımıza ve mantığımıza yapılan saldırıdır…

***

Gelecek’ten korkanlar, şimdi’yi bilinçli bir şekilde yaşayamazlar. Çünkü kafalarını meşgul eden tek düşünce gelecek ve geleceği kurtarmak tır…

***

Türkiye’de ana olmak, önce özveri ve umut; ardından endişedir, korkudur, oğlunu kızını demokrasiye, özgürlüğe kurban vermektir, acı çekmektir, göz yaşıdır, yastır. 

***

Bunu her zaman açıkça ifade etmeseler de, kimi şairler ve yazarlar, kendilerini sadece diğer şair ve yazarlar ile eleştirmenlere beğendirmek / kanıtlamak için yazarlar. Onlar içinde iyi şair ve yazarlar olduğu kesin. Ancak ben herkes için yazılmış edebiyatı seviyorum… Zamana dayanan, klasikler arasına katılan yapıtların büyük çoğunluğu da herkes için yazılmış yapıtlardır.

***

Selam olsun, demokrasi için, özgürlük için, insanlık için, kardeşlik için ölümü göze alarak, diktatörlüğe, faşizme ve zulme direnen cesur insanlara…

***

İnsan, ömrünün yarısından fazlasını gurbette geçirmişse, kendisi için nerenin gurbet, nerenin yurt olduğunu ayırt etmekte zorlanıyor. Düşünsel bağlamda kendimizi bir dünya yurttaşı olarak tanımlayıp bu sorunu çözmeye çalışsak da, hayat bizi bir aidiyete, bir coğrafyaya hapsetmeyi beceriyor, illaki bir yurt ve gurbet ayrımı yapmaya zorluyor… Bu bağlamda gurbetin neresi olduğunu tanımlayan en güzel söz bence şu: Gurbet, insanın kendisine sıla olduğu yerdir.

***

Ben yaşlandıkça, yüksek mevkilere gelmiş, titr sahibi, önemli ya da kendini önemli sayan Türk(iyeli) siyasetçi, bürokrat, şair, yazar, çizer arkadaşlarımın sayısı giderek azalıyor. Bunun nedeni onların bu sıfatları hak etmemesi ya da sevimsiz insanlar olması değil. Sanıyorum asıl neden, onların hak ettiklerini düşündükleri bencilliği ve kendini beğenmişliği hoş görecek, kaprislere katlanacak gücümün giderek azalması..

***

Ne yaparsanız yapın insanın şu üç yeteneğini yok edemezsiniz: düşünmek, sevmek ve ümit etmek. ***

İnsan, hiç kimseye hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda olmadığını kabul ettiğinde gerçekten özgürdür.”

***

Politikacıların kullandığı dil, onların iç yüzünü gösterir. Şiddet ve savaş diline aynı dille yanıt vermek, oyununa gelmektir. Zor ama doğru olan barışın ve dostluğun diliyle muhalefet yapabilmektir.”

***

İnsanın doğasında içgüdüsel olarak var olan korkuyu bir siyasi araç olarak kullanarak, halkı diz çöktürmeye çalışmak terör örgütleri ile diktatörlerin ortak yanını oluşturur.

***

Başkalarının acısı bizi sevindiriyorsa, insanlığın ve umudun öldüğü yere geldik demektir.

***

Bir din ya da iktidar adına, insanlara karanlığı ve köleliği dayatan tanrılar, tiranlar, kiliseler ve de şeriatçılar, ta antik çağdan beri en çok iki şeyden korktular: Özgür düşünce (akıl) ve bilim (bilgi). Galileo Galilei’yi bu nedenle Engizisyon’da yargılayıp ev hapsine / susmaya mahkum ettiler. Bugün devletin başındaki zatı muhteremin, akademisyenlere gösterdiği şiddetli tepkinin, yağıp gürlemesinin nedeni işte bu korkudur…

***

Yaşam kalitemizi asıl belirleyen, maddi koşulların iyi ya da kötü olması değil, birlikte olduğumuz insanların kalitesidir.

***

Gerçek anlamda sadece bize ait olan iki büyük sermayemiz var: Biri BEDEN ve RUH SAĞLIĞI diğeri ise BİLGİ BİRİKİMİ. Onları korumak ve geliştirmek birincil görevimiz olmalıdır, çünkü onlar olmadan ulaşabileceğin en üst hayat seviyesi bitkisel hayattan belki biraz da yüksek olacaktır…

***

Muktedirlerin, her türlü medya aracılığı ile sürekli olarak servis edilen görüntülerindeki suratsızlık, öfke, kin ve nefret dolu bakışlar onların iyi insan olmadıklarının bir kanıtı, çünkü bir Alman düşünürün de dediği gibi : Gülemeyen insan için dünyevi hayat, safiyetini ve sevincini yitirmiş demektir. Ancak tüm ruhuyla gülebilen insanların vicdanı rahattır!

***

Eskiden kendi kendime, başkaları ne düşünüyor acaba, diye sorardım. Şimdi pek sormuyorum; çünkü insanların çoğunun hiç düşünmediğini öğrendim… m.a.

***

Umutsuzlukla girişilen bir iş ya da eylem başarısızlık veya yenilgiyle sonuçlanabilir. Ancak, hiçbir başarısızlık ya da yenilgi nihai değildir.

***

Aslında ölüm de doğum gibi doğal bir gerçeklik. Ancak yaşamla ölüm aynı anda, aynı bedende bir arada olamıyorlar. Ölüm varsa yaşam yok. Yaşam varsa ölüm yok. Ancak asıl olan ve bize bahşedilen ölüm değil yaşam! Öyleyse kutsanması gereken ölüm değil, yaşamdır. Kim ki ölümü kutsuyor, ölümü cazip ve güzel göstermeye çalışıyor ondan uzak durun!

***

Şiirlerim sadece beni yansıtmaz, onlar aynı zamanda benden bir parçadır…


***

Duygulu, sanat, edebiyat düşkünü, yaşama sevdalı insanların bedeni ne denli yaşlanırsa yaşlansın yüreği her zaman genç kalıyor. Son yolculuğa çıktığımızda arkamızdan ağlayan, yas tutan yoksa, hayatı hiç yaşamamış, kimseyi gerçekten sevmemişiz demektir…

***

Hafta içinin çilesini çekmeyenler, hafta sonunun kıymetini bilmezler!

***

Ölüm bir çocuk oyunu değil. / Sterben ist kein Kinderspiel.

***

Hayatta önemli olan büyük olanaklara sahip olmak değil, sahip olduklarımızı iyi değerlendirmektir.

***

Politikacıların kullandığı dil, onların gerçek yüzünü ve amacını ele verir.

***

Çokbilmişlerin ve yarı-aydınların en belirgin özelliği kendilerine ve başkalarına soru sorma ihtiyacı duymamalarıdır.

***

Başkalarının acısı bizi sevindiriyorsa, insanlığın ve umudun öldüğü yere geldik demektir.

***

İnsanın doğasında içgüdüsel olarak var olan korkuyu bir siyasi araç olarak kullanarak, halkı diz çöktürmeye çalışmak terör örgütleri ile diktatörlerin ortak yanını oluşturur.

***

Sınıfsal egemenlik ve belli bir etnik ya da dini kimlik temelinde örgütlenmiş bir devlette, devletin ve onu yönetenlerin icraatlarını sorgulamaktan kaçan, kayıtsız şartsız devletçi olmayı şiar edinen kişiler, irfan sahibi olsalar dahi, özgür bir akla ve vicdana sahip olamazlar. m. asar

***

İnsan yaşlandıkça iki önemli şey daha öğreniyor: Birincisi ne kadar yaşlanırsanız yaşlanın yüreğiniz daha genç kalıyor. Saçlarınız ağarıyor, cildiniz buruşuyor, adımlarınız yavaşlıyor, ama kalbiniz aynı hızla, aynı şevkle atmayı sürdürüyor. İkinci ise insan, sevmenin, aşkın, güzele ve iyiye olan tutkunun yaşla ilgisi olmadığını hatta bunları daha yoğun yaşamayı, tatmayı öğreniyor.

***

Vatan, millet, bayrak, türklük, şehitlik, müslümanlık, kur’an, Hz. Muhammed, Atatürk, T.C. vb. gibi milli ya da dini sembolleri, kavramları veya isimleri kullanarak SİYASET ya da MUHALEFET yapanlar, her zaman bir aymazlığın ve yanlışın içindedirler. Çünkü bu kavram, sembol ve isimler hiç kimsenin adına tescilli değildir. Bir gün birileri çıkar bunları elinizden alarak sizi dımdızlak ortada bırakır hatta sizi yok edecek bir karşı-silah olarak da kullanabilir…

***

Son yıllarda yeni tanıdığım insanlar arasında, içimdeki sesin bana onlar hakkında fısıldadıklarının aksini kanıtlayan kimse çıkmadı

***

DÜNYAYI DEĞİŞTİREBİLECEK ÜÇ ÖNEMLİ SİLAH :

1. EMPATİ: Düşünürken, söylerken, eylerken, İnsan’ı odak noktası olarak almak; kendimizi karşımızdaki İnsan’ın yerine koymak.

2. CESARET: Düşündüklerimizi ve gerçekleri tehlike ve yasaklara rağmen söylemek cesaretini göstermek.

3. DÜŞLEM : Dünya’nın, insanlığın acı gerçeğini kabullenmek yerine, başka ve daha güzel bir dünyayı düşlemek, bu düşün gerçekleşmesi için tutkuyla çaba harcamak.

***

En umutsuz zamanlarda bile, dostluğun düşmanlıktan, iyiliğin kötülükten, sabrın taştan, düşüncenin silahtan, sevginin nefretten daha güçlü olduğunu unutmamalı insan…

***

İnsan soyu, kendinin de doğanın bir parçası olduğunu yeniden öğrendiğinde daha mutlu olacak…. m.a.

****

Eğer bir ülkeye faşizmin karanlığı çökmüşse, sanatçıya ve edebiyatçıya düşen tarihi görev, karanlığa ışık tutmak ve o karanlığı aydınlatmak için kendini ateşe atan insanların yanında yer almaktır. (m. a.) İnsanın yanılgılarından biri de yakınında bulamadığını uzaklarda bulacağını sanmasıdır.

***

Hayatın sadece iki bölümden oluştuğunu: Birincisi geçmiş, o bir RÜYA; ikincisi de gelecek o da bir ARZU* 

****

Katiller, işkenceciler, tecavüzcüler… vicdanlarını rahatlamak için, kurbanlarının mutlaka bir suç, bir günah işleyerek bunu hak ettiklerine inanır ya da inandırılırlar.

Birinci durum, bireysel psikoloji ile ilgili olup insanın aşağılık yanını sergiler. İkinci durum ise toplumsal psikoloji ile ilgilidir ve kendiliğinden oluşmaz. O mutlaka sapkın bir ideolojinin veya inancın ürünüdür ve toplumsal barış için çok daha tehlikelidir. Hele bu işin arkasında şu anda Türkiye’de olduğu gibi bir de totaliter parti-devletinin parmağı varsa, soykırıma kadar uzanacak felaketler kapımızı çalabilir!

***

Kimi dostluklar çiçek gibidir, fazla yada az su verilince solar gider.

***

Günbatımları hüzün verir, çünkü bize hayatın geçiciliğini anımsatır.

**

Elimize diken batmasını göze almadan bir gülü tutup koklamanın zevkini tatmak mümkün mü?

**

Özür dilemek, kimi insanın kişisel yada ulusal gururuna, kibrine yenik düşerek beceremediği; kimilerinin ise rahat ve içtenlikle gerçekleştirdikleri erdemli bir davranış. Zamanında ve yerinde yapılması ise özrün hem değerini hem de kabul edilme şansını daha çok artırır…

**

Özellikle bozuk ve kapalı havalarda çevrenizdeki insanlara iltifat etmeyi unutmayın, çünkü iltifat söze dönüşmüş güneş ışığıdır.

***

İnsanın yanılgılarından biri de yakınında bulamadığını uzaklarda bulacağını sanmasıdır. Biyolojik evrime inanıyorum, ancak insan soyu olarak, sosyolojik, ruhsal ve zihinsel evrim yolunda bir adım ileri gidebilmek için üç Nuh Tufanı daha yaşamamız gerektiğini düşünüyorum.

***

İnsan yaşlandıkça iki önemli şey daha öğreniyor: Birincisi ne kadar yaşlanırsanız yaşlanın yüreğiniz daha genç kalıyor. Saçlarınız ağarıyor, cildiniz buruşuyor, adımlarınız yavaşlıyor, ama kalbiniz aynı hızla, aynı şevkle atmayı sürdürüyor. İkinci ise insan, sevmenin, aşkın, güzele ve iyiye olan tutkunun yaşla ilgisi olmadığını hatta bunları daha yoğun yaşamayı, tatmayı öğreniyor…

***

Halk ile aydınlar / entelektüeller arasındaki ilişki sadece biz de değil bütün sınıflı toplumlarda sorunlu bir ilişki olmuştur. Halkı yüceltenler, milliyetçilik ve ırkçılık gibi tehlikeli girdaplara sürüklenirken, halkı küçümseyen, bu halktan bir b.k olmaz, diyenler de, işin kolayına kaçıp, bir çeşit entelektüel aklanmaya yöneliyorlar. Bir üçüncü yol daha olmalı: çıktığı kabuğu yüceltmeyen, hor görmeyen daha gerçekçi ve geçerli bir yol.

***

En büyük hatamız, kendi yaptığımız hatayı kabul etmemektir.

***

Esas olan, akıntıya karşı da olsa kürek çekmeyi bırakmamaktır.

***

Alevilik, uygarlıklar beşiği Anadolu’nun ruhunda açmış nadide bir inanç gülü”dür. O güle sahip çıkmak Anadolu kültürüne, Anadolu hümanizmine, Anadolu’nun birleştirici gücüne sahip çıkmaktır. Kim ki o gül”ü soldurmak ve budamak ister, o karanlık”tan yanadır; insana, bilime, hoşgörüye ve kardeşliğe düşmandır!

***

Eğer bir sistem, meclisi, adliyesi, polisi, okulu, ekonomisi, kültürü ve medyasıyla eli kanlı faşist bir yönetime hizmet eder hale gelmişse, ülkesini seven, insanlık ve demokrasiden yana olan her onurlu yurttaşın yapacağı tek şey vardır, o da: şiddete dayanmayan her imkanı her fırsatı kullanarak sistemin çarkına çomak sokmak, önüne taş koymak, sürgit işleyişine engel olmaya çalışmaktır.

***

Her ayrılığın kendine özgü bir anlamı vardır: Bazen eskiyi geride bırakmak, bazen bir arkadaşı terk etmek, bazen hoşumuza giden bir alışkanlıktan vazgeçmek, bazen üzülmek hatta bazen acı çekmektir. Ve her ayrılık aynı zamanda yeni bir şeye başlamanın sevinci, yeni bir serüven, yeni arkadaşlar ve yaşam yolunda ileriye doğru atılmış bir adım demektir.”

***

Aklının feneri, karanlığın rüzgarıyla sönmüş bir halkın içine doğmak, uygarlık yarışını ta başta kaybetmektir.

***

Kendi içinde birlik ve beraberliği sağlayamayan milletlerin her zaman, savaşacak ortak bir iç yada dış düşmana gereksinimi vardır. (Hegel’den esinlenme)

***

Din ile bilimi / bilgiyi birbirinden ayıramayan toplumlar her zaman aldatılmaya ve sömürülmeye mahkumdur!”

***

Çoğumuz hayatın bize ne verdiğini sorgular dururuz, oysa asıl sorgulamamız gereken bizim hayata ne verdiğimizdir…

***
Kabahatın çoğu onda olsa bile, bir halkı toptan suçlamak, adam olmazlıkla itham etmek, solculuk, devrimcilik ve entelektüellikle kesinlikle bağdaşmaz. Bütün halklar, özünde kendi çıkarına olduğunu bildiği için iyiden, huzurdan, barıştan yanadır. Asıl mücadele edilmesi gereken, eğitimi, dini, ekonomiyi ve medyayı kullanarak halkın aklını çelen, kafasını karıştıran, popülist, gerici, ırkçı politikacılar, partiler ve iktidarlardır. Bu mücadeleyi de ancak, halkla birlikte, halkı aydınlatarak ve ona akıl vererek değil, elimizi taşın altına koyarak kazanabiliriz..

***

Yanlışa yanlışla, haksızlığa haksızlıkla, şiddete şiddetle karşılık vermek, göze göz dişe diş, anlamına gelen çağdışı bir anlayıştır ve hiçbir sorunu çözmez, aksine çözülemez hale getirir.

***

Biz Türklerin, belki de en zayıf yanı, inandığımız ya da inandırıldığımız gerçekleri sorgulama cesaretini gösterememek ve de yanılmanın, insanın en insani yanı olduğunu kabul edememektir.

***

İnsanı, insan yapan en önemli özelliklerinden biri özgürlük tutkusu ve bilincidir! Ve bizim özgürlükten anladığımız, insanın ne isterse onu yapması değil, yapmak istemediği birşeyi, dini veya siyasi bir gerekçeyle yapmaya zorlanmamasıdır.

Totaliter dinci bir devlet hayaliyle yatıp kalkanlar şunu iyi bilmelidir ki, Türkiye halkının en az yarısı hiçbir vaatle, hiçbir sadakayla, hiçbir yalanla özgürlüklerinden ve evrensel haklarından vaz geçmeyecektir. Ve tarih, insanlığın özgürlük ve bağımsızlığı için en ağır bedellerini ödemeye hazır olduğunun örnekleri ile doludur…

***

“…Dünyayı güzellik kurtaracak / Bir insanı sevmekle başlayacak her şey…”, diyor ozan. Gerçekten öyle mi? Siz de inanıyor musunuz buna? Tek başına “güzellik” veya “sevgi”nin dünyayı kurtarması biraz şüpheli, ama bunların insanı biraz daha “insan” yaptığı su götürmez…”

***

İnsan, farklı yerlerde de yaşasa bir süre sonra “farklar” sanki siliniyor; kentler hep aynı kentlere, insanlar hep aynı insanlara dönüşüyor! Böylece gidebileceği, sığınabileceği “yeni bir yer yok!” duygusuna kapılıyor insan… Bu kozmopolitliğe özgü bir tezahür mü yoksa “yurtsuzluğun” bir işareti midir, bilmiyorum…

***

Yaşamın belki de en ilginç ve güzel yönlerinden biri de, çok değerli hatta özel bazı insanlarla karşılaşmak, onları gerçek anlamda tanımak, duygu, düşünce ve görüşlerimizi onlarla paylaşabilmek değil midir?

***

Raslantılar, karşılaşmalar ve gözümüzden kaçan ayrıntılar ne kadar çok rol oynuyor hayatımızda… İnsan dönüp geriye bakınca, kendini usta bir romancının eline düşmüş zavallı bir “kahraman” gibi hissediyor…

***

Sanat ve sanatçı, bu global baskı, sömürü ve talan çağında duruşunu yeniden tanımlamak, tavrını açık açık belirtmek zorundadır… Bu çağda sanat ancak ezilen insan ve tahrip edilen doğa için yapılabilir…