Denizini Yitiren Martı

Ahmet Sefa (*)

Bazen düşünürüm, yerellik ne, evrensellik ne; kim yerel şair, yazar, kim evrensel?

Yaşam, ölüm, barış, çocuk, çevre, doğa, aşk, gelecek, eşitlik, haksızlığa karşıtlık, saygı, sevgi… gibi insanlığın ortak dertlerinin işlenmesini, ortak noktaların yakalanmasını, okuyucuya aktarılmasını enternasyonalizmin yakalanması diye düşünürüm. Bunun toplumcu gerçekçi bilinçle işlenmesinin şimdinin, çürüyenin eleştirmesinin, gelecek toplumsal düzenin betimlenmesinin Nazım Hikmetler’i, Fakir Baykurtlar’ı, Aziz Nesinler’i yaratır, dünya çapında yapar, derim…

Gerek yıllarca katıldığım Fakir Baykurt Hocamızın önderliğindeki, K. R. W. E. Yazarlar grubunda (Şimdiki ATYG) gerek yaptığı konuşmalarda, okumalarda Mevlüt Asar’ın bilge kişiliğine tanık oldum. Denizini Yitiren Martı’daki şiirlere bu bilgelik damaga vuruyor.

Örneğin, “Kimlik” başlıklı şiirinde tarihi, tarihsel materyalizmi şiire yedirirken hem İstanbul’u hem de dinsel hoşgörüsünü anlatır ustaca. Barıştır, sevgidir duruşundaki netlik. Çok kez şiirinin, şairin bakışını, duruşunu belirttiğini biliriz. Onun evrensel mi, yerel mi kaldığını da anlarız. Bence, kitaptaki birçok şiir gibi, KİMLİK enternasyonalizmi yakalamışlığın bir göstergesidir. Gelin, şiiri birlikte okuyalım:

KİMLİK

avcumdaki çizgiler

Asya’dan Avrupa’ya

uzun bir yolun izdüşümü

yüreğimin bir yanı

Homeros’a akar

bir yanı biçare

Yunus’a çıkar

Kabe’mi yedi tepeli

bir şehre kurmuşum

ortasından çağlar akar

bir kulağımda

hazin ezanlar

bir kulağımda

yanık çan sesleri

tenim Akdeniz sıcağı

bir elimde ak güvercin

bir elimde zeytin dalı

…..

**

Duyarlılık, şairin şiirine yansıttığıdır. Günü görmek, günceli yakalamak, Mevlüt Asar gibi şiirine işlemektir:

FOTOĞRAF

bizim ele uğrarsan

resmini çek hallerin

nakış nakış taşların

viran olmuş yurtların

kimsesiz çocukların

çek gel

çek gel de

kavuşsun öteki yarısına

daha yeşil bir elma iken

asker süngüsüyle

ortasından bölünen

bu yarım hayat

…..

**

Almancası profesyonel çevirmenlik düzeyindedir Mevlüt Asar’ın. Dünya yazınını bildiği gibi Alman yazınını, özellikle şiirini iyi bilir, takip eder, okur, çeviriler yapar. Şiirlerinde, yazılarında, konuşmalarında görürüz bunu:

YAŞAMIN ÖTE YAKASI

Marks ile Engels

tartışıyor geleceğini dünyanın

eski fotoğraflar kadar genç

Lorca, Mayakowski ve Neruda

şiir okuyorlar coşkun kalabalıklara

Nazım’ı arıyor gözlerim

“yedi tepeli şehri”ne gitmiş

dindirmek için yurt hasretini

El sallıyor biraz ötede

sürgünlüğün şairi

Heinrich Heine

kucaklarken beni

“insan olmalı” diyor

“şairin yurdu”

…..

**

Tarihini bilen olduğu gibi, onu koruyan, doğasına sahip çıkandır şair:

EGE’YE AĞIT

Asos’tan Halikarnas’a

Truva Atları sarmış

dünya cenneti Ege’yi

yağmalanmış deniz

baltalanmış yeşil

beton sarmış her yeri

**

Günü yakalayabilen, bir duyarlılığa sahip demiştim. GÜNCE şiirindeki şu dizeler kadar yozluğu, yobazlığı anlatan kaç şairde kaç dize vardır?

yüreği ağılı

suratı kara

bir savaşçı

zikrediyor

tanrısının adını

uluyarak göklere

kan damlıyor

kara sakalından

içi kalkıyor

toprağın

kusmak ister gibi

içine akan kiri

**

“Yazacağım da, yazacağım, “diyor şair ve yazıyor da çürüyeni, yok olması gerekeni:

yazacağım yine de

insana düşman

bu düzenin tekerine

çomak sokmak

kapitalizmin ipliğini

pazara çıkarmak

zalimin zulmünü

haykırmak için

**

Materyalisttir Mevlüt Asar. Ölüm bile, öyle ruhlarla cennetle oyalanılmayacak, kandırılmayacak kadar açıktır, gerçektir. Tok sözlüdür. İşte evrensel şiirin yakalanmışlığı iddiama son bir kanıt daha:

ÖMRÜMÜZ

bir kuş kanadıdır

dünyaya düşen gölgemiz

bir gün bakmışsın pır

suya bile vurmayabilir

şavkımız

bir günbatımında

çalınırsa kapımız

parmak izidir

bir yaprakta bizden

geriye kalan

düşer ilk sonbaharda

toprağın kucağına

belki bir çiçekte

belki bir ayrık otunda

tekrar soluklanır

ömrümüz

**

Kitabın son şiiriyle birlikte yetmiş yedinci sayfadaki SONSÖZLE bitireyim DENİZİNİ YİTİREN MARTI’yla ilgili düşüncelerimi: “Şair yaşadığı çağın çaresizliğinin sözcüsüdür.” (Marie Luise Kaschnitz)

*) Kaynak: Ahmet Sefa, Facebook

Fakir Baykurt’tan

MEVLÜT ASAR’IN ŞİİRLERİ: “GURBET İKİLEMİ” (*)

Adına “gurbet” dediğin

Bu toprak Filozoflar eskitir

Üstünde başak değil

Fabrika bacası yeşerir

Dinlenmez bu ülkede

İnsana olan sevdan senin

Günlerdir elimde bir kitap. Bakarsan 100 sayfa. Ama içindeki Türkçe-Almanca iki dilli şiirler birbirinden güzel. Acı, umut, sabır, başkaldırı, yazıklanış içeren bu şiirleri Mevlüt Asar yazdı. Kapak ve şiirleri destekleyen iç resimler Silvia Hagedorn’un.

Mevlüt Asar 1951’de Konya’ da doğdu. Yedi yaşındayken ailesiiyle birlikte Ankara’ya geldi. Orada okuyup üniversite bitirdi. 1977’nin sonunda Almanya’ya göçtü. Duisburg’da küçük “Merhaba” gazetesini yönettiğim .aylarda tanıdım kendisini. Öğrencililere okutulan Türkçe ders kitaplarının tutarsızlıklarını eleştiren bir yazı getirmişti. Öğretmenlik yapıyordu. Sonra pek çok meslek toplantısında rastlaştık. Yabancı işçi çocuklarının eğitim sorunlarıyla uğraşan ve kısa adı RAA olan iş yerimde düzenlediiğim Edebiyat Akşamları’nın izleyicisi ve destekçisi oldu. Meslek toplantılarında akıcı Almancasıyla yabancı işçilerin sorunlarını dile getirdiği konuşmalarım dinleyenler onun dalları kuş ve ışık yüklü çınarlar örneği bir kişilik olduğunu elbet anlar, ama kendini saklayan bir şair olduğunu dünyada düşünemez.

Onun özlü, pırıl pırıl, başkalarından çok kendine benzeyen, ağır başlı bir sessizliğin içinde sevgi ve öfke topları fışkırtan şaşırtıcı bir kişiliği var. Şiiri kimi zaman iki üç tekil sözcükle insanı büyük çoğullara götürüyor.

Kuzeyden esen bir sert rüzgar

Dağıttı köylerimizi

Koyup gençliğimizi

Tahta bavullara

Toplandık tren istasyonlarına

Koştuk kara vagonlar doluşu

Soğuk kentlerine Avrupa’nın

Elimden düşmeyen bu kitap daha basılmadan, onun içinde yer alan şiirlerden ikisi türküleşdirilip Duisburg ve çevresinde yapılan gecelerde söylenmişti. Buna benzer düşünce ve duygulara onlan dinlerken de kapılmıştım. Bilmiyorum kaç yılın, kaç uzun günün, gecenin ürünüdür bu dizeler?

Mevlüt Asar’a bunca güzel şiirler yazmışken niçin kitap çıkarmayı düşünmediğim sorduğum-da, yağız bozkırlı yüzünde alevler parlamıştı, Uzun süre böyle bir karan olmadı. Oysa şiirleri almış basını gidiyordu. Dergilerde basılıyor, okullarda okunuyordu. Özellikle Duisburg ve çevre okullarında Alman öğretmenler onları ders konuşu yapıyorlardı. Şiirleri böylesine yürürlüğe giren şairin kitap çıkarmayacağım diye direnmesi çoğu zaman boşunadır,

Oberhausen’deki Ortadoğu Yayınevi onun direncin! kırdı, kitap elimizde. Böyle kitaplar çıktığında biri bunlardan söz etmeli. Ama Duisburg’da eleştirmen olacak arkadaşlar henüz beğeni ya da tepkilerin, yazıya dökme aşamasına gelmediler. Bir eleştirmen olmadığım halde Mevlüt Asar’ın kitabım ele alışım bundan. Nice deneylerle biliyorum, bin bir emeğin ürünü kitaplar, onları yazanların umutlarıyla birlikte, dibi belirsiz sessizlik kuyularına atılmış taşlar gibi yitip, unutulup gidiyorlar hem de hiçbir yankı uyandırmadan. Bu büyük haksızlığa kendi çapımda başkaldırırken zaman azlığı yüzünden, tanıtılması gereken her kitabı tanıtamıyor, böylece ben de bir haksızlık yapıyorum. Kimi bol sözcüklü arkadaşlar, yeterin­ce gelişmemiş yazarların kitaplarını abartarak övdüm diye beni iğneleyip sözlü yazılı eleştirdiler. Kitap tanıtmayan, eleştiri yazmayan, kimselerin hiçbir kusuru, eksiği olmaz. Kusur ve eksikler elbet bir şeyler yapıp ortaya koyanlarda görülür. Benimkilerin iyi niyetime bağışlanmasını dilerim.

Ey Akşam ülkesi’nin yorgun

insanı öyle uzak

Öyle yabancı durma bana

Hepinize merhaba

Mevlüt Asar, Ren ile Ruhr’un birleştiği yerde 600 bin nüfuslu bu büyük endüstri ve işçi şehrinde sanki bir Türk işçisi adına konuşyor. Yunus’un, Mevlana’nın, Nazım’ın, Sinan’ın yurdundan göğsü armağanlar ve dostça isteklerle dolu gelmiş, ama tokalaşmak için uzattığı eli havada, verdiği selam dudaklarında kalmış gibidir.

Gözüm yok

Ekmeğinizde suyunuzda

Bağdaş kurup aranıza

Ortak türküler söylemeğe geldim

Hans-Herbert Dreiske adlı genç Alman şairi ses veriyor sesine: “Yüreğinde ve ellerinde getirdiklerinin çok olduğunu biliyorum. Bir gün oturup birlikte türküler söyleyeceğiz, mutlaka…” Bu şiiri Mevlüt Asar kitabinin arka kapağına almış.

Gene de kırgındır şairimiz. içinde acılar yumaklanır.

Tarih öncesi

Bir mağaradayım sanki

İçeride

Sürek avı

Dışarıda kurt ulumaları

Bir çocuk ağlıyor içimde

Aynı zamanda bir kültür şehri olan Duisburg’da insan yalın gözle her şeyi göremez. Endüstri dumanları gözyüzünü sürekli kapatır. Ortalığı sık sık sisler kaplar, Buna bir de yabancı olmanın getirdiği çekingenliği ekleyin. Görmek gerçekten zorlaşır.

Çoğaldıkça iş yerlerinde robotlar

Artıyor yaratan ellerin korkuşu

taşıyor utancı işsizliğin

Kuytu yerlerinden parkların

Bir avuç güneş

Birkaç hasta tomurcuk

Düzeltecek sanki her şeyi

Şairin sılası Konya, Ankara bugün ne denli yoksul olursa olsun, bol güneşi, Eti, Selçuk, Osmanlıı, kat kat kültürleriyle sürekli özlenir. Orası mı, burası mı? Seçimi zor bir ikilemdir. Orada güneşli doğa, burada iş ekmek…

Alışmak gerek artık buna

Hiç olmayacak o alev topu

Dumanlı gökyüzünde Duisburg’un

Kocaman kırmızı bir elma

Zaman zaman birahanelerden birine dalar Içeride İtalyan. Yunan arkadaşlar. Kitapların yazdığı kadar bir dayanışma ne yazık yoktur, Şairimiz bulduğuyla yetinir:

Garson Rita’ya –

Bal sarışı bir kız-

Sırılsıklam vurgunuz

Bize gülücüğün sahtesin!

Hans’a Öpücüğün hasını verir

Saat gece yansı on iki

Karım camdadır şimdi

Anadolu erkeğinin içi ne dönük efendi görgüsü,. Ancak çocuk bayramlarında, sokak şenliklerinde, karnavallarda biraz neşesi açılır. Umutları, düşleri akmaya başlar..

Bir sihirbaz olsam

Elimde sihirli değnek

Yok etsem açlığı

Kaldırsam yeryüzünden

Ulusları ayıran sınırları

Alman öğretmenin hasta olması ya da izin alıp gitmesi nedeniyle yerine derse girer gün.

Sevinçliyim

öğretmeniniz yerine

Size konuk gelişime

Ama bir saat gerçekte 45 dakikadır, bitiverir.

“Üzülmeyin çocuklar” dedim

“Bir başka sefere hoşça kalın”

Doyum yoktur çevrede, günlük yaşamda. En kötüsü de gidip gidip gelen sıla özlemidir, yurtsama. Ne yapsa etse, üç dört bin kilometre uzaklardaki güneşli yurttan kopamaz.

Yurdum

Uzaklarda

Yıkılmış Bir gül bahçesi

Kesin dönüşe zorlanan İşçi ise daha da kırgındır:

Utanın ey kentler

Duisburg Essen Dortmund

On beş yıl boyunca temizlediğim

Meydanlarınız tren istasyonlarınız

“Türkler dışarı” yazılarıyla kirlendi

Oysa taşıyacağım dizlerimde ömür boyu

Tutulduğum romatizmanın sızısını

İşte gidiyorum şimdi

Düşlerimi bırakarak burada

Hoşça kalın elveda

Gel yerle? buraya, havasına suyuna uy. Bu yakınmaları da keş.,. Demezler ya. Dediklerim varsayın, “Hayır” der. Git denince de kırılır. Zorun zoru ikilem budur. Önceki yurdundan kopamamış, yeni yurduna yerleşememiş işçinin acı buruk duygularıyla örülür Mevlüt Asar’ın şiiri.

Bugünden besbellidir, bir gün bu ikilem bitecek, şairimiz yeni şiir çevrelerine açılacak. Ama o zaman da şimdiki acılı konularım bırakmayacak. Bir sigara molası zaman içinde düşlere dalan madenciyi, tezgah basında. tıpkı yurttaki gibi, sabır taşından beter susan “endüstri bahçelerinin kır çiçekleri” Anadolu kadınlarım hiçbir zaman şiirinin dışına atmayacaktır,

İlk kitabında 100 sayfaya serpilmiş otuz şiirin küçüklü büyüklü dizelerinde büyük şiirin çekirdekleri saklı. Yakında onlar çatlayıp yeşerecek, Mevlüt Asar bize bu umudu fazlasıyla veriyor.

“Gurbet İkilemi”nin uygun yerlerine ünlü yazarlardan alıntılarda serpiştirmiş. Hermann Kosack, “Şiir yazmak yazan ile okuyan arasına bir köprü kurmaktır” diyor. Bizim atasözünü başka türlü anımsatan Christian Morgenstern’in sözü epey düşündürücü: “Kişinin sılası oturduğu yer değil, anlaşıldığı yerdir.”

Biz iş gücü çağırdık, insanlar çıkıp geldi” diyen ünlü yazar Max Frisch ise. ikilem içindeki insanımıza ve şairimize, yıllar önceden arka çıkıyor: “Bizim yurdumuz İnsandır.”

Bir dizede bin anlam ile gönlümüzü dolduran Mevlüt Asar’ın şiir harmanı büyük. Dilerim üstüne zehirli yağmurlar yağmaz, taneler sele gitmez. O harmandan sadece Duisburg’da değil, yurdumuzda ve bütün dünyada insanlara azık olur. Onun gibi biz de umutluyuz:

Kalbinde yeşeren inanç

Ellerinde büyüyen isyan

Yıkacak bir gün mutlak

Gökyüzüne çekilen duvarı

(*) Mevlüt ASAR, GURBET İKİLEMİ/DİLEMMA DER FREMDE Şiirler/Gedichte, 1986, Ortadoğu Verlag Diana Str. 43, 4200 Oberhausen 11

“Alman Edebiyatından Esintiler”in Düşündürdükleri

M Akın Güre

Mevlüt Asar, bu yıl Ayvalık’a gelirken Türkiye’de yayınlanan iki şiir kitabını da yanında getirdi. İçinden geçtiğimiz karartılmış günlerin kasvetini dağıtmak istercesine, Ayvalık’ın parıltılı doğasına, aydınlığına ve mavisine çok yakışan güzel şiirleriyle geldi.
İki yıl önce onunla başka bir kitabı hakkında söyleşmek için Destek Tasarım Akademisi yöneticisi Ali Akdamar’ın önerisiyle Mevlüt’le bir araya gelmiştik. Dönemsel bir sırayla anılarını da katarak yaşadığımız çağın sorunlarını yaşadığı iki ülkenin siyaseti, kültürü, sosyolojisi ile harmanlayarak kendisinden dinlemiştik. İki ülkeli olmanın yarattığı sonuçları sorun ve avantajlarıyla bir arada yaşayan biri Mevlüt. Bu iki ülkeyi iki lisanı ile yurt edinmiş olmak ve bu durumdan bir olumlama çıkarabilmek onun kimliğinin bir başarısı olsa gerek. İşte bu nedenle ki Mevlüt’ün yazılarını, öykülerini ve şiirlerini hep merak etmiş, okumaktan keyif almışımdır.
Yaşadığımız çağın ritmine, çelişkileri ve birleşimleri ile renk katan bir uğraşıdır bu. Okuyanı düşünmeye yönelten hoş deneyimler ve duygular yaşatır; görmeye, anlamaya, farklı olmaya zorlar insanı. O lirik bir şairdir. Ama gerçekçidir ve toplumsal yaşamın içinden seslenir size. Şiirlerinde Sözcükler, imgeler sadece lirizme yönelik bir coşkudan ibaret değildir; daha adil bir dünyayı ararken, kötülerden arınmış, iyilerin egemenliğinde bir geleceği arının peteğini doldurması gibi anlatır durur.
Şiirin bir değiştirme gücü de vardır. İçindeki birikimi sözcüklerle, imgelerle iletir, şiir bir köprü olur başkalarına. Bu nedenle şiir okunmak için vardır, etkileyici bir iletişim aracıdır. Şiirin yaratım süreci zorluklarla, gerilimlerle doludur. Düşlerinde yalnız kalmak şairi yıldıramaz. Mevlüt için de geçerlidir bu. Sakin duruşunun yanında kaya gibi inatçı bir doğruculuğu vardır onun. Okuduğum son kitabından şu dizeleri çok beğendim örneğin: “Geldim Güneş parlak Toprak sıcak Su serin Zaman sonsuz Dünya güzeldi Kaldım. An gelir Güneş solar Toprak soğur Su donar Dudak kurur Düş kalır.”
Mevlüt Almanya’da yaşarken dilini geliştirmek için büyük bir çaba içine girer. Başta mesafeli ve tepkilidir Almancaya. Ancak edebiyat konu olduğunda dilin gücü onu etkiler, kendine çeker. Dile hakimiyeti, ustalığı çevirmenlik için kazandığı yetkilendirme düzeyine taşır başarısını. Edebiyat alanında yaptığı çeviri şiirleri ilk zamanlar çıkardıkları Dergi isimli bir yayınla okuyucu ile buluşur.
İki dili boşuna yurt edinmemiştir. Onun gibi birinin yapacağı çeviriler bu nedenle anlamlıdır. Üstelik konu şiir olduğunda bu işin üstesinden gelmek hayli zor bir iş olsa gerek. Onun Alman edebiyatından yaptığı şiir çevirilerini onunla tanıştığımdan beri sosyal medyadaki paylaşımları üzerinden okur dururum. Geçen yıl Ören’de benim de katıldığım bir şiir okuma etkinliğinde alman şiir çevirilerini ağzından dinlerken keşke bunlar bir kitaba dönüşe diye aklımdan geçirmiştim. Şimdi okuyacağınız kitabın haberini aldığımda bu yüzden çok sevindim.
Bir edebiyat eleştirmeni olmasam da iyi şiirden anlayan biri olarak arkadaşımı tebrik etmek isterim. Bu küçük seçki bence kendi dalında örnek alınacak bir çalışma sayılmalıdır ve epey beğeni toplayacaktır. Alman edebiyatının Goethe gibi kurucu isimlerinden başlayıp örneğin benim çok sevdiğim İngeborg Bachmann gibi sıkı Şairleri içine alan, modern Alman şiirinden henüz hayatta olan iyi Şairleri bize tanıtan bir çok örnekle dolu bir kitap. Böyle bir şiir çeviri kitabı Türkiye okurları için büyük şans diye düşünüyorum.

Ayvalık, 29 Temmuz 2020

Alman Edebiyatından Esintiler

Sunuş

Almancayı, Almanya’ya geldikten sonra yani 28 yaşımda, “yabancı dil” olarak öğrenmeye başladım. Başlangıçta, Nazilerin de dili olan Almancaya duygusal bir yakınlık duyamadım. Ancak Köln Üniversitesi’nde katıldığım Almanca derslerindeki öğretmenin yetkinliği ve kendi gayretim sonucunda, kısa sayılacak bir sürede üniversitede öğrenim yapacak düzeyde öğrendim. “Yeni bir dil yeni bir insan,” diye boşuna dememişler. Almanca benim dünyamı, dünyaya bakışımı değiştirdi, bana kültürel, yazınsal ve hatta zihinsel olarak çok şey kattı. Ve Almancanın benim için ikinci bir “yurt” olacağını anladım. Alman edebiyatı ile daha çok ilgilenmeye başladım.
Özellikle Nazi döneminde yasaklanmış, kitapları yakılmış, sürgüne, intihara sürüklenmiş yazarları, şairleri okudukça Almancayı daha çok sevmeye başladım. Almanca bilgimi sürekli geliştirip derinleştirerek Münih Ludwig Maximilian Üniversitesi’nden “Almanca Diploması” ve
Düsseldorf Sanayi ve Ticaret Odası’ndan “devletçe tanınan çevirmen” sertifikası aldım.
Almancada kendimi daha yetkin hissetmeye başladıktan sonra, okuyup sevdiğim Alman şairlerin, yazarların kimi şiirleri, kısa öykülerini; bazı düşünürlerin kimi notlarını, aforizmalarını Türkçeye çevirmeye başladım. Çevirdiğim şiir ve düz yazıların bir kısmı Almanya’da ve Türkiye’de çıkan bazı dergi ve gazetelerde yayınlandı. Elinizdeki kitaptaki şiirler, uzun yıllar boyunca yaptığın çevirilerden bir seçkidir.

Basım Tarihi:Haziran 2020
Basım Yeri:Türkiye / İstanbul
Yayınevi :Kanguru Yayınları
Basım Dili:Türkçe
Orijinal Dil:Almanca
Sayfa Sayısı:112
ISBN:9786051752723

Gün Gelir

şiir üzerine
“Şiir tarihsel, toplumsal, kültürel, estetiksel ve dilsel bir dizgedir. Bu bağlamda şiir; onu yaratan toplumun hem aynası hem de insanlık kültürüne olan katkısıdır. Şiir sanatı; çirkini güzele, kötüyü iyiye, karamsarlığı iyimserliğe, umutsuzluğu umuda dönüştürebilen bir çeşit büyücülüktür.


Şiir, sadece belli insanların, şairlerin tekelinde değildir. Ancak şiirle uğraşan herkes de “şair” değildir. Şair, dış dünyadan (toplumdan) edindiği bilgileri kendi süzgecinden geçirerek öznele dönüştürür. O halde şiirin/sanatın bir toplumsal boyutu vardır ve toplumsal gerçeklikten bağımsız değildir. Yani şiir aslında bir “gerçeğe” dayanır. Gerçeklerden kopup, özneye ya da öznele sığınmak şairi metafiziğe, gizemciliğe götürür. Ancak çok gerçekçi olan
bir şiir de ölü doğmuş bir şiirdir.


Sanatın ve şiirin toplumsal boyutu sanatçıya/şaire ve şiire kaçınılmaz bazı görevler, sorumluluklar yükler. Sanatın birincil görevi insanları kendine yabancılaşmaktan kurtarmaktır. Bunun için de yalnız toplumsal bozuklukları
belgelemek, göstermekle kalmaz, çözüm yolları da ima eder. İnsanlarda dünyayı değiştirme, daha güzel bir dünya kurma özlem ve istemini güçlendirir.

Evet şiir okuyanı varsa şiirdir. Ama her okuyucu tarafından anlaşılmak bir şiirin iyi şiir olduğunu göstermeyeceği gibi; bazı okurlar tarafından anlaşılmaması da o şiirin kötü bir şiir oluğu anlamına gelmez. Şiir, okurun karşısına çıktığı anda, artık o şiirin yaratıcısı olan şair devreden çıkar.” (Sunuş yazısı)

Basım Tarihi:Haziran 2020
Basım Yeri:Türkiye / İstanbul
Yayınevi:Kanguru Yayınları
Sayfa Sayısı:64
ISBN:9786051752716
%d blogcu bunu beğendi: