Bir kültürü tanımanın ve benimsemenin yalnızca o kültürün dilini öğrenmekle ve şehirlerini gezmekle gerçekleşmesi olanaksızdır. İnsanın kendinden farklı olanı tanıyabilmesi için farklı perspektiflerden bakabilmesi gerekir. Edebi yapıtlar bu bağlamda büyük ölçüde önemli bir rol oynamaktalardır. Çünkü biz sadece bir edebi eseri değil, o eserin ait olduğu toplumun dili kültürü, tarihi ve toplumsal, ahlaki değerlerini hakkında da bilgi ediniriz. Örneğin 19. Yüzyılda Fransız eserlerinin Osmanlıcaya çevrilmesi ile iki kültürün etkileşimi sağlanmış ve Osmanlı topraklarında Fransız kültürünün tanınmasına yol açılmıştır. Zira okuyucular özellikle roman gibi edebi türlerde „dünyaya karakterlerin gözünden bakar, onlarla empati kurar ve yansıttıkları kültürün bir parçası olurlar’’.
Başka bir örnek vermek gerekirse, Türkiye’den Almanya’ya göç eden yazarlar 1960’li yıllarında Türk edebiyat aracılığıyla Almanlarla bir iletişime girerek yaşadıklarını anlatmak ve böylece de anlaşılmak istemişlerdir. Almanların, Türk kültürünü tanımaları, Türklerin yaşadıkları sorunları kavramaları ve önyargılarından kurtulmaları hedeflenmiştir bir bakıma. Günümüzde de edebiyat hala, kültürlerarası bir diyaloğun gerçekleştirilebilmesini sağlayan önemli bir köprüdür…
**
Neden farklı kültürlere karşı önyargılıyız?
Önyargılar, küçük yaşlarda aile içinde öğrenilmekle başlar ve zamanla kişinin kendi tecrübeleriyle kalıplaşır. Yetişkinlik çağına gelindiğinde ise önyargılı insanlarla olan ilişkiler, anne, baba, öğretmen ya da arkadaşlar, baskı altında otoriter bir çevre içinde yaşanan hayat, benzeyen ve benzemeyen arasında kalan “farklı olma” unsuru, çoğu zaman medya ve sosyal ortamlar önyargının gelişmesinde önemli bir rol alır. Önyargıların pekişmesini sağlayan da insanların önyargılarına uygun gelen bilgileri ayırarak algılaması, ters gelen bilgileri ise algılamaması ya da görmek istedikleri gibi algılamasıdır.
Bir kültürü en iyi şekilde nasıl tanıyıp benimseyebiliriz?
Kültür, toplumların kendilerine özgü olan ve gelecek nesillere aktardıkları maddi veya manevi her şeydir. İnsan açısından ise kültür, tarih içerisinde yaratılan bir anlam ve önem sistemidir. Bu bağlamda bir kültürü en iyi tanıma yolu, o kültürün dilini öğrenmek ve o kültürde en azından bir süre o kültürde yaşamakla olur. Bunu yapamıyorsak en iyi yol o ülkenin edebiyatından yapıtlar okumak, sinemasından filmler izlemek en kolay yoldur. “Benimse” ikici bir aşamadır, kültürü yeterince tanıdıkça ister istemez hoşumuza giden, hayatımıza katkı sunan yönlerini, normlarını benimseriz.
Edebiyatın gerçekten kültürleri yansıtabilme gibi bir yetisi var midir?
Elbette vardır. Ulusal ve kültürel kimliklerin oluşmasında edebiyat eserlerinin katkısı büyüktür. Goethe okumamış bir Alman, Shakespeare okumamış bir İngiliz, Baltaca okumamış bir Fransız ya da Dostoyevski okumamış bir Rus düşünemeyiz. Bir toplumun ortak bir kültürünün oluşabilmesi, o toplumun bir ulus devlet olabilmesi için de için klasik ve kanon gerekir. Dolayısıyla edebiyat bir kültürün yabancılar tarafından tanınmasında da önemli bir rolü vardır.
Bir kültürü, o kültüre ait olan edebi yapıtlarını okuyarak anlayabilir miyiz?
Yukarıda da belirttiğim gibi. Edebiyat bu konuda önemli bir kaynaktır. Dil, edebiyat eserleri ait olduğu milletin kültürünü yansıtarak hem o toplumun bireyleri arasında hem de diğer toplumların bireyleri arasında kültürlerinin tanınmasını, kabul görmesini, yaygınlaşmasını sağlar.
,,Her kitap yeni bir dünyaya açılan penceredir’’ sözüne katılıyor musunuz?
Her kitap dünyaya açılan bir pencere olmasa bile başka hayatlara, başka insanlara açılan bir pencere hatta onlara uzanan bir köprüdür. O köprüden geçerek başka hayatlara konuk oluruz.
Edebiyat Kültürlerarası bir köprü oluşturur mu?
Yazılı ve sözlü edebiyat hem yazıldığı dildeki kültürün bir yansıması hem de o kültürün bir parçasıdır, dolayısıyla farklı kültürden ve konumdan insanlar arsında bir “kültür-köprüsü” oluşturur. Kitap bizi bu köprüden geçmeye bir davettir.
Kitap ile insanı buluşturmak bu bağlamda sizce niçin önemlidir?
Kitap, günümüzdeki tüm teknik ve medyasal gelişmelere karşın hala önemli bir kültür ve eğitim aracıdır. Batı’daki aydınlanma esas olarak kitap aracılığı ile gerçekleşmiştir. Gutenberg’in baskı makinesini bulması, kültür ve eğitimde bir devrim yaratmış, aydınlanmanın önünü açmıştır. Bu nedenle özellikle “aydınlanma”sını tamamlamamış ülkelerde insanın kitapla buluşturulması çok önemlidir.
Edebiyatın, Kültürlerarası etkileşime olan katkısını nasıl görüyorsunuz?
Edebiyat aslında hem biçim hem de içerik olarak insanlığın ortak değeridir. Sözlü edebiyatın egemen olduğu dönemlerde bile, gezginler, tüccarlar aracılığı ile farklı kültürlere taşınmış, kültürler arası iletişime katkıda bulunmuştur. Yazılı edebiyata geçilmesi bu işi daha kolaylaştırmıştır. Ancak burada çevirmenlerin katkısını ve önemini unutmamak lazım, Çevirmenler olmasaydı edebiyat, Kültürlerarası iletişime fazla katkıda bulunamazdı. Çevirmenler sayesinde bir “dünya edebiyatı” ortaya çıkmıştır.
Kültürlerarasılık bağlamında edebiyatın önemi/etkisi/amacı sizce nedir?
Yukarıda da söylediğim gibi, edebiyat kültürel bir üründür. Bu bağlamda Kültürlerarası alışverişe ve Kültürlerarası eğitime katkısı, etkisi olan önemli bir “araçtır”.
Edebiyat farklı kültürlere mensup bireyler ya da gruplar arasında bir etkileşim sağlayabilmiş midir veya sağlayabiliyor mudur?
Edebiyatın bir “kültür -nesnesi” olarak, farklı kültürlere sahip / ait insan ve gruplar arasında olumlu bir etkileşime gerçekten katkıda bulunabilmesi için bazı ön koşulların yerine gelmesi gerekir. İlk koşul insanlara neyi nasıl okuması gerektiğinin öğretilmesi…
Edebiyat, bireye kendisine yabancı / öteki gelen ile iletişime girebilmesi sağlıyor mudur? Nasıl sağlıyordur?
Dediğimiz gibi edebiyat bizi başka insanların hayatına, başka kültürlere davet ve konuk eder. Farklı ulus ya da etnik kimliklerce üretilen/ yazılan edebiyat bize o insanların dünyasını, kültürünü anlamamıza, ön yargılarımızı düzeltmeye yardımcı olur. Özünde insanın temel arzuları ve duyguları dünyanın her yerinde aynıdır. Bu bağlamda hangi dilde ya da kültürde ortaya çıkmış olurlarsa olsunlar edebiyat eserlerinin kahramanları ya da kişileri ile özdeşleşemesek bile empati kurabiliriz. İşte bu empati aracılığı ile bir tür sesiz iletişim oluşur.
Edebiyat sayesinde bize yabancı gelene karşı olan önyargılarımızdan arınabilir miyiz?
Buna yukarıda da değindik. Eğer iyi, eğitimli bir edebiyat okuru isek, önyargılardan arınmasak bile onları yumuşatabiliriz. Aksi takdirde edebiyat tam aksine ön yargıların pekişmesine de neden olabilir.
Almanya’da yaşan Türk yazarlar eserlerinde Türk kültürünü / göç sorununu doğru yansıtabilmişler midir?
Bu soruya tüm yazarlar açısından “evet” yanıtı vermek mümkün değil. Soruya yanıt vermek içim Almanya’daki Türk Göç Yazının tarihsel gelişimine, değişimine bakmak gerekir. Bunu dikkate aldığımızda farklı dönemlerde, farklı edebiyat anlayışlarının ve ürünlerinin öne çıktığını görüyoruz. Ayrıca bu konuda belirleyici olan, yazarların amacı, neyi niçin yazdığı.
Edebiyat sayesinde insanın bakış açısı değişebilir mi? Nasıl değişir?
“Bir kitap okudum hayatım değişti.” diye bir söylem vardır. Bu biraz abartılı gibi gelse de doğru zamanda ve uygun koşullarda okunan bir kitap insanın hayata ya da olaylara bakış açısın değiştirebilir. Ancak dediğim gibi “okur”un buna hazır olması gerekir. Kitapta verilen mesaj ya da anlatılan olaylar, kendisi ile özdeşleştiğimiz kahramanların tutum ve davranışları bizim kendi bakış açımızı, paradigmamızı değiştirmemize neden olabilir.
II. Bölüm
Almanya’da ne gibi zorluklar yaşadınız (ırkçılık, kültür şoku gibi)? Eğer yaşadıysanız bu zorlukları edebiyat ile dile getirme ihtiyacı duydunuz mu? Neden ihtiyaç duydunuz?
Almanya’yı gelmeden önce, Almanya hakkında Türkiye’de okuduğum edebi ( Brecht, Grass…) ve araştırma, tarih vb. kitaplarından biraz ön bilgim vardı. Ancak Almanca bilmiyordum ve Türkiye’nin başkenti Ankara’da okumuş , yaşamış biri olarak “kültür şoku” yaşamam söz konusu olmadı. Tek sorun dil, sorunu idi. Almancayı öğrendikten sonra o da ortadan kalktı. Şahsen ben kendim, beni etkileyecek bir ırkçılık sorunu yaşamadım. Ancak başka insanlara karşı yapılmış ırkçı davranışlara tanık oldum.
Almanca ’ya çevrilen eserlerinizle Almanlara sesinizi mi duyurmak ve onlarla bir iletişime mi girmek istediniz? Neden? Örnegin ,,Gurbet İkilemi /Dilemma der Fremde’’ şiir kitabınız ile neyi amaçladınız? Neden Almancaya çevrildi (Almanların bizleri tanıyıp anlamalarını mi istediniz)?
Edebi eserler yazan ve yazdıklarını yayınlayan her insan toplumsal ve ahlaki bir sorumluluk taşır. Ayrıca bana göre edebiyatın sadece sanatsal değil toplumsal-kültürel bir işlevi de vardır. Bu bağlamda ben yazdıklarımla, özlemini çektiğim daha insani, daha güzel bir dünyanın mümkün olabileceğini okurlara sezdirmeye, göstermeye çalıştım. Şiir ve öykülerimde bu “özlem”e / “hayal”e engel olan ırkçılık, ayrımcılık, eşitsizlik gibi toplumsal, siyasi sorunlara değindim. Bu nedenle okur olarak hedefim sadece Türkler değil aynı zamanda Almanlar hatta tüm insanlara ulaşmaktı. Bu nedenle yazdıklarımın Almancaya çevrilmesi için özel bir çaba gösterdim, Almanlar ile temsilcisi olduğum Türkiyelilerin arasında bir köprü kurmaya çalıştım, diyebilirim.
Eserlerinizi Alman edebiyatının birer parçası olarak görüyor musunuz?
Bir eserin hangi ulusal edebiyata ait olduğunu belirleyen temel ölçü, o eserin hangi dilde yazılmış olduğudur. Buna ikinci bir ölçü daha eklemek gerekirse o da yazan kişinin “kültürel kimliği” dir – etnik kökeni değil –. Bu bağlamda ben kendimi ne tam Türk Edebiyatının ne de Alman Edebiyatının içinde görüyorum. Belki ortalarda bir yerdeyim. Bunu için şimdilik “Türk-Alman Yazar / Şair” (Türkisch-Deutscher Dichter) denebilir.
Eserlerinizde (örneğin makaleniz; ‘’Almanya’daki Türklerin sosyal-kültürel konumu’’), göç, göçmenlik, birlikte yaşam, toplumsal uyum gibi temaları ele almışsınız. Neden bu temaları seçtiniz? Kimlere hitap etmeye çalışıyorsunuz?
Benim öğretmen / eğitimci ve sendikacı kimliğim, emekli olununcaya kadar ön planda oldu. Yani mesleğimle ilgili çalışmalarım daha yoğun oldu. Bu alanda çeşitli dergi ve gazetelerde yayınlanan birçok makaleler yazdım. Bu makalelerin çoğu Almanca olarak da yayınlandı. Amacım Almanya’da eğitim ve kültür alanındaki sorunların çözümüne katkıda bulunmaktı.
Kendinizi bir Türk yazarı mi yoksa bir Alman yazarı olarak mi tanımlarsınız?
Bu soruyu bir önceki soru kapsamında yanıt verdim, sanıyorum.
Eserleriniz ile insanların bakış açılarını / tutumlarını değiştirebildiğinize inanıyor musunuz?
Yanıtlanması zor bir soru. Bir yazar olarak, bu soruya ancak okurlardan, basın-yayın organlarından aldığı geri-bildirim ve tepkileri düşünerek tahmini bir yanıt verebilirim. Kitaplarım, yazdıklarım hakkında özellikle Alman okurlarımdan, basın-yayın organlarından olumlu tepkiler, değerlendirmeler aldım Yazdıklarımın bir kısımı okul kitaplarına girdi, akademik çalışmalarda kullanıldı. Ayrıca bir yazar ve eğitimci olarak, yaşadığım toplumda, çalıştığım kurumlarda saygı ve kabul gördüm. Buradan yola çıkarak, belki insanların bakış açılarını ya da tutumlarını değiştirdim diyemem, ancak onların kendi bakış açılarını, tutumlarını sorgulanmasına, yeniden gözden geçirilmesine katkıda bulunmuş olabileceğimi düşünüyorum.
Okullarda hangi Türk romanlarının, şiirlerinin veya öykülerinin okunmasını ve tanıtılmasını isterdiniz?
Sanıyorum Alman okullarını ve Türkçe derslerini kastediyorsun. Bence Almanya’da, Türkçe derslerinde öncelikle Almanya’da yaşamış ve yaşayan yazarların yapıtları okutmalı. Öğrenciler, kendi yaşadığı ülkede/toplumda ortaya çıkmış yapıtlarla daha kolay ilişki ve empati kurabilir. 60 yıl için önemli bir “Türkçe Edebiyat” birikimi, kitaplığı oluştu. Bu oluşum içerisinde hem pedagojik hem göçmen kültürü hem de kültürlerarası eğitim açısından yeterince roman, öykü ve şiir var. İsim vermek gerekirse, “klasik” sayılabilecek yazarlarla işe başlanabilir. Aras Ören, Günay Dal, Yüksel Pazarkaya, Fakir Baykurt, Habib Bektaş… Bu konudaki en önemli sorun, öğretmenlerin ve öğrencilerin bu kitapları tanıması ve onlara ulaşabilmesi. Bunun için kütüphanelere, Türkçe öğretmeni yetiştiren kurumlara önemli bir görev düşüyor.
Almanların Türk kültürünü, zihniyetini ve kültürel zenginliğini okuyup tanıyabilecekleri bir kitap önerebilir misiniz?
Bu konuda ilk aklıma gelen kitaplar:Yüksel Pazarkaya’nın hazırladığı “Rosen im Frost” (Unionsverlag) ve Hülya Adak ile Erika Gellassen’ın yayınladığı “Hundert Jahre Türkei” (Unionsverlag).
Peki Türklerin kesinlikle okumalarının gerektiğini düşündüğünüz bir kitap var mi (Almanca veya Türkçe)?
Bu konuda da Almanca öğrendikten sonra okuduğum ilk kitaplardan biri olan, Peter Glotz ve W. R. Langenbucher’in yayına hazırladığı “Versäumte Lektionen – Ein Lesebuch” (Büchergilde-Gutenberg) adlı antolojiyi önerebilirim.
Mart 2022, Duisburg