İnsan ve Özgürlük Tutkusu

İnsanın doğarken birlikte getirdiği duygulardan biri de hiç şüphesiz özgürlük duygusu ve tutkusu. Buradaki özgürlük kavramını, bağımsızlık, düşünme, seçme ve karar verme hakkını da içerecek şekilde kullanıyorum. Eğer bu duygu olmasaydı sanıyorum insan çok sıradan bir varlık olarak kalacaktı.

İnsanın, insanlaşmasını sağlayan iki ana duygu merak ve bu özgürlük tutkusudur. Özgürlük tutkusu ve sosyalleşme ihtiyacı hem birbirini dengeleyen / aynı zamanda birbiri ile çatışan iki duygu. İkisi arasında oluşan gerilim ve çatışma insanın kendini biçimlendirmesinin de temelini oluşturuyor.

Özgürlüğün önemi daha çok hem birey hem toplum için özgürlüğün olmadığı ve ortadan kaldırıldığı zaman ve coğrafyalarda kendini gösteriyor. Baskı ve terör ortamında, faşist sistemlerde zorlama bir biçimde toplumsal ve insani gelişmenin önü kesiliyor, yaratıcılık, demokrasi ve barış ortamı kalkıyor.

Özgürlüğün en büyük düşmanı korkudur. İnsanı ve toplumu özgürlüğe kavuşturmanın ilk koşulu “korku” duygusunun azaltılması ve sıfırlaması ile mümkün. Korkuyu azaltmak için ise insana “umut” vermek gerekiyor. Umut ne kadar çoğalırsa, korku o da o denli azalıyor.

Bugün sadece Türkiye’de değil, tüm Dünya’da yapılması gereken özgürlüğün ne denli önemli olduğunu, özgürlük olmadan ne adalet ne de demokrasi olmadığını, olamayacağını, özgürlük için de korkuyu yenmek ve gerekirse bedel ödemek gerektiğini insanlığa hem anlatmak hem de buna ikna etmek gerekiyor.

Burada en büyük sorun, insanların mülkiyetçi ve tüketimci tavrının yol açtığı “engelleri” sorgulatmak ve gerekirse bazı şeyleri kaybetmek riskini göze almak cesaretini güçlendirebilmek. Bu nasıl yapılabilir bilmiyorum. Ancak itaatkar olmayan, direnen, kadın erkek, örnek insanların sayısının toplumda artmasının bunu teşvik edeceğini düşünüyorum.

Temmuz 2021

Mevlüt Asar

Yalnızlık *

fotoğraf: mevlüt asar

Sevgili Belinda,
Uzun zamandır sana yazmak istediğim halde yazamadım.
Doğruyu söylemek gerekirse, sen gerçekten var mısın, yok musun; yoksa sadece düşümde yarattığım mısın, bilmiyorum. Bu sabah içimden bir ses bana, aslında bu soruların yanıtının hiç de önemli olmadığını ve senin uzaklarda da olsa bir
yerlerde mutlaka yaşadığını, mektuplarımın bir şekilde eline ulaşacağını
kulağıma fısıldayarak, beni sana yazmaya ikna etti.

Yazacağım mektupları okuyup okumamak ya da yanıt verip vermemek tamamen sana bağlı. Yani, sen kabul etsen de etmesen de, ben seni kendime bir sırdaş, bir yoldaş, bir dost hatta bir ”sevgili’ olarak seçtim. Şimdi, “İyi de neden ben?” dediğini duyar gibiyim. Çünkü seni ben, el değmemiş bir beyaz kağıt, yazılmamış bir öykü, okunmamış bir kitap gibi; merak, paylaşma, sevilme, sevme ve sevdiğini dile getirme yetisini yitirmemiş, sözün, yazının değerini bilen olarak düşlüyorum. Çünkü sana bir şeyleri gizlemek zorunda kalmadan içimi dökebileceğimi, seninle sırlarımı, umutlarımı, sevincimi, öfkemi, kırgınlık ve hüznümü paylaşabileceğimi sanıyorum. Çünkü -her şeyden önemlisi beni eksiklerim, yanlışlarım, çelişkilerimle, yani olduğum gibi
kabulleneceğine, bana karşı dürüst kalacağına, bana yazacaklarının, içten ve yürekten olacağına bütün kalbimle inanıyorum.

“Bana yazmanın amacı ne?Benden ne bekliyorsun?” dersen, bunu ben de açık seçik bilmiyorum. Amacımı, yosun tutmaya başlamış gölün durgun suyuna bir taş atmak olarak da algılayabilirsin. İnsanlık tarihinde kazanım olarak bilinen her şeyin yıkıldığı, insani değerlerin tepe takla edildiği, sanatın ve edebiyatın post modern rüzgârların peşine takılarak, insandan uzaklaştığı; insanın insanlığından çıkarılmaya çalışıldığı günümüz dünyasında neredeyse hepimiz tek başımıza kaldık.
Ortasına itildiğimiz bu yalnızlığı, içine düştüğümüz bu suskunluğu, güvensizliği, umutsuzluğu… yazışarak da olsa kırabilir miyiz?
Bırakalım diyaloglar kurmayı, hiç değilse monologlarla karşımızdakilere ya da yanımızdakilere ”İşte ben varım ve yaşıyorum!’ diyebilir miyiz?
Bu soruya yüreğim ‘evet’ diyor. Çoktan unuttuğumuz yüreğimizin sesini dinlemeyi yeniden öğrenmek gerekiyor. Bu girişim, bu mektup da bunun bir sonucu.

Uzakların hüznü, yalnızlığın sessizliği ile…

Mevlüt Asar

*) “Aşkın Halleri & Belinda’ya Mektuplar” adlı kitaptan alınmıştır, Neziher Yayınları, Eylül 2016

%d blogcu bunu beğendi: