Ayvalık’ta Dil ve Edebiyat Üzerine Söyleşi

İki gün önce Korona yüzünden kaybettiğimiz kadirşinas insan, değerli gazeteci arkadaşımız, rahmetli İbrahim Ergül’ün 2017 yılında benimle Ayvalık’ta yaptığı röportaj…


Değerli okurlarımız. Ekim sayımızda ‘Ayın Konuğu’ eğitimci, yazar ve şair Mevlüt Asar. Uzun yıllardır Duisburg’ta yaşayan Asar aynı zamanda devlet onaylı çevirmen. Mevlüt Asar’la söyleşimi ”Kuzey Ege’nin Kültür Başkenti” olarak nitelediği Ayvalık merkezinde gerçekleştirdim. Söyleşimizin başında, ”Bir ayağım Duisburg’ta, bir ayağım Ayvalık’ta… Duisburg’a gidiyorum, Ayvalık’ı özlüyorum, Ayvalık’a geliyor, bir süre sonra Duisburg’u özlüyorum!” diyerek konuşmaya başlayan Mevlüt Asar’ın Ayvalık’a olan hayranlığını bildiğimden, Balıkesirli olmanın verdiği ev sahipliliği sorumluluğu ile ”Dünya üzerindeki cennete hoşgeldiniz!” diyerek söyleşimize başlamak istiyorum:

Ayvalık’a olan hayranlığınızı sık sık dile getiriyorsunuz… Denizin, martıların size ilham kaynağı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Mevlüt Asar: Ayvalık Kuzey Ege’nin incisi olan bir kent. Sadece Mevlüt Asar’ın değil, bir çok insanın çok sevdiği, yaşanası güzellikte bir kent. Ayvalık hem yaşam kalitesi açısından, hem kültür ve sanat olarak insanları çeken bir kent. Bir çok ressam arkadaş, bir çok insan burada resim yapma ihtiyacı duyuyor. Yıllarca resimle ilgilenmeyenler buraya gelip yerleştikten sonra, doğayı görünce resimle ciddi bir şekilde ilgilenmeye başlıyor.

Yine aynı şekilde şair, yazar arkadaşlar burayı kendileri için bulunmaz bir nimet olarak görüyor. Ayvalık Kuzey Ege’nin kültür başkenti olma niteliğine sahip. Bir taraftan tatil yapıyorsunuz, bir taraftan da kültürel ihtiyaçlarınızı karşılıyorsunuz. Ayvalık geçmişi, nüfusu itibarıyla uygar bir şehir. Doğasıyla, şehir dokusuyla, tarihiyle, insanlarıyla sadece ressamlara, fotografçılara değil, edebiyatçılara, sanatçılara büyük ilham veren bir kent.

Şiir ve öykü çalışmalarınız için aradığınız kenti bulduğunuza göre, çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Mevlüt Asar: Ayvalık üretmek, hem de ürettiklerimi paylaşmak açısından olanaklar sunan bir kent. Buraya gelirken yazmış olduğum şiir, öykü dosyalarını beraberimde getiriyorum. Genellikle onları burada gözden geçiriyorum. Bu arada yeni şiirler ve öykülerde çıkıyor. Üçüncü şiir kitabının hazırlıkları tamamlandı, ama basılmadı. Kitabın ismi henüz belli değil. Dosyada şiir defteri olarak yer alıyor. Ayvalık’ta kültürel, edebi yaşam bulmanın yanı sıra, yeni insanlarla, yeni edebiyatçılarla, sanatçılarla tanışma fırsatı buluyorum. Ayrıca, kendimi ortaya koyabildiğim, görücüye çıkabildiğim bir ortam sunuyor. Ayvalık’ta kaldığım tatil süresince okuma akşamları düzenliyor, okuyucularımla buluşuyorum.

Kitaplarınızı Türkçe yazıyorsunuz. Anadil Türkçenin sizin için önemi nedir?

Mevlüt Asar: Ömrümün yaklaşık olarak 30 yılını Türkiye’de geçirdim. Türkçeyle doğdum, Türkçeyle büyüdüm, eğitimimi Türkçe yaptım, Türkçe edebiyatla ilgileniyorum. Eğitim yıllarında, Fransızca, İngilizce… Almanya’ya geldikten sonra ise Almanca öğrendim. Sonradan Türkçe’nin dışında başka bir dille karşılaşmak, bana Türkçe’nin önemini daha da fark ettirdi. Bir kere kendim Türkçe yazıyorum, edebiyatı Türkçe ile yapıyorum. Anadille yapılan edebiyat yüksek düzeye çıkabiliyor. İnsanın asıl yurdu aslında hem çocukluğu, hem de öğrendiği anadil. Yaşlandıkça anadilimin, yurdumun kıymetini daha fazla fark ediyorum. Çocuklarım için de aynı şeyi söyleyebilirim. İki dilli yetişmeleri için özen gösterdim. Türkçeyi hiç bir zaman ihmal etmedim. Okullardaki Türkçe derslerine göndermenin yanı sıra, Türkiye tatillerinde Türkçe konuşmaları için olanaklar sağlandı. Türkçe okumaları için aldığımız kitapları Almanya’ya getirdik. İki çocuğum da hem Almancayı, hem de Türkçeyi çok iyi kullanıyorlar. Bu onların hem meslek, hem de özel hayatları için çok değerli. Buradan ailelere ”Çocuklarınızı mutlaka iki dilli yetiştirin” çağrısında bulunabilirim. Öncelikle anadil Türkçeye ağırlık vermek gerekiyor. Türkçe yeteri kadar gelişmez ise ikinci bir dili öğrenmek çok zor oluyor. Anne ve babalar Anadil Türkçe konusunda duyarlı olmalılar.

Edebiyata düşkün, yazma konusunda becerili olan yazar adaylarına önerileriniz nedir?


Mevlüt Asar: Bir dönem Fakir Baykurt İşliği’ni yönetmiştim. Bu işliğe sıfırdan başlayan, yazmayla hiç ilgisi olmayan işçi kökenli, öğrenci kökenli arkadaşlar geldi. Edebiyata ilk önce okuyucu olarak merak salmış, sonra da yazmayı deneyen arkadaşlar tanıdım. Bunların bir kısmı inatla, sabırla çalışmalarını sürdürdüler. Aslında edebiyat diğer sanatlar gibi yetenek işi. Gözlemci özelliği, merak ve arkasından da anlatma özelliği varsa, insanda ön koşullar oluşmuş demektir. Onun dışında kalan ”roman nasıl yazılır, öykü nasıl yazılır, karekter nasıl yaratılır” gibi konular teknik konular. Okullarda, kurslarda bile öğrenilebilir. Fakat edebiyat, diğer sanatlarda olduğu gibi tutku istiyor… tutkuyla çalışmak gerekiyor, ”birkaç şiir yazayım da sonra yazarım, devam ederim.” fikrini kabul etmiyor! Ayrıca, yazılanları da başkalarıyla, bu işten anlayanlarla paylaşabilmek gerekiyor. Hatta oturup konuşmak, onların fikrini almak gerekiyor. Bu, Duisburg’ta çok fazla değil maalesef. Yazan, çizen insanların bir araya gelip birbirleriyle paylaşabilecekleri, fikir verebilecekleri imkanlar az. Edebiyat Kahvesi’ni kapattıktan sonra, bu daha da azaldı. Yine de araştırılırsa, sosyal medya üzerinden edebiyatla ilgilenen insanlara ulaşılabiliyor. Bir insanın içinde yazma tutkusu varsa, peşini bırakmamalı… işe okumakla başlamalı. Fakir Hoca bizlere ”Yüz tane okuyup bir tane yazacaksın!” derdi, okumadan yazar olunamayacağının bilinmesini istiyordu…

Ayvalık: Zeytinin Gölgesinde Bir Sanat ve Edebiyat Diyarı

Edebiyatçı ve sanatçılar çoğunlukla çocukluğunun, ilk gençliğinin geçtiği coğrafyanın, kentin “ürünüdür. Sonuçta her yazar ve şair kenidini yazar, kendini anlatır. Yazarların yazdığı romanlarda öykülerd ve şairlerin yazdığı şiirlerde yaşadıkları coğrafyanın izlerini sürmek, hissetmek mümkündür. Bu bağlamda “coğrafya”, sadece fiziki bir bölge oranın doğası değil, insan dokusunu, dilini, kültürünü ve tarihini içeren bir kavramdır. Bana göre bir coğrafya tüm bu açılardan ne denli zenginse, orada sanatın, edebiyatın gelişme şansı çok yüksektir.

Ege Coğrafyası işte böyle bir coğrafyadır. Avrupa kültürüne kaynaklık eden uygarlıkların, sanatın, felsefenin, dünyanın ilk edebi yapıtları sayılan Homeros Destanları’nın burada ortaya çıkmış olması bir rastlantı değildir. Bin yıl önce bu güzel coğrafyaya yerleşmiş olan atalarımız her ne kadar bu coğrafyanın kültürel, sanatsal, edebi mirasına sahip çıkmamış olsalar da bunlardan en azından yaşam kültürü açısından bilinçsiz ya da bilinçli bir şekilde etkilenmişler, kimi kültürel ögeleri, estetik güzellikleri kendi yaşamlarına entegre etmişler…

İyi ki de etmişler! Çünkü bu nedenledir ki, Türk edebiyatına, Türkiye’nin entelektüel, düşünsel birikimine katkıda bulunmuş hatta damgasını vurmuş bir çok yazarın, bu coğrafyanın ekonomik, kültürel ve sanatsal anlamda başkenti olanİzmir’le ilişkisi vardır. Kimi orada doğmuş, büyümüş, kiminin yolu oraya düşmüş ve orada yaşamıştır: Halit Ziya Uşaklıgil, Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Reşat Nuri Güntekin, Halikarnas Balıkçısı, Necati Cumalı, Şükran Kurdakul, Samim Kocagöz, İlhan Selçuk, Attilâ İlhan, Necati Cumalı, Mustafa Şerif Onaran, Tarık Dursun K., Metin Altıok, Hüseyin Cöntürk, Ahmet Cemal, Ali Gevgilili, Abbas Sayar, Şakir Eczacıbaşı, Didem Madak, Alev Coşkun, Yılmaz Özdil, Ertuğrul Özkök, Ece Temelkuran, Yüksel Pazarkaya, Hüseyin Yurttaş, Atillâ Dorsay… bu bağlamda ilk akla gelen isimlerdir. (*)

Aynı şeyi, Kuzey Ege’de küçük ölçekli bir İzmir sayılabilecek Ayvalık için de söylenebilir.

Ayvalık adını Türkiye’ye zeytin ve zeytin yağı ile duyurmuş olmasına karşın, aslında bir kütür-sanat beldesidir. Geçmişte olduğu gibi hem kendi içinden sanatçılar, yazarlar çıkarmayı hem de İstanbul’dan, Ankara’dan bir çok sanatçıyı, yazarı, kültür insanını, gazeteciyi kendine çekmeyi sürdürüyor: Metin Eloğlu, Salah Birsel, Uğur Mumcu, Hıfzı Topuz, Doğan Hızlan, Oktay Akbal, Cevat Çapan, Oktay Rifat, Necati Cumalı, Sabahattin Ali, Fethi Naci, Abbas Sayar, Pınar Kür, Emin Özdemir, İlber Ortaylı, Bekir Coşkun, şair Gültekin Emre, Mevlüt Asar… gibi şair, yazar ve gazeteciler; Orhan Peker, Fikret Mualla, Teoman Manâcıoğlu, Burhan Yıldırım, Bedri Karayağmurlar, Arif Aşçı, Fuat Çağatay, Ayşın Özen… gibi sanatçı ve ressamlar; Müzikolog Filiz Ali, dört yıl önce kaybettiğimiz, tasarımcı, şair Uğur Bilge, kuratör ve sanat danışmanı Selçuk Kaltalıoğlu, sanat uzmanı, şehir planlamacısı, tasarımcı Ali Akdamar, film Yönetmeni Zafer Par, sinema ve tiyatrocu Yıldırım Yanılmaz… gibi isimler, Ayvalık’ı kendilerine yurt tutmuş ya da yolu Ayvalık’a düşmüş, Ayvalık’ta yaşamış kişilerden sadece bazılarıdır.

Rahmetli Ahmet Yorulmaz ile “Türkçenin Kraliçesi” olarak da bilinen Feyza Hepçilingirler en tanınmış Ayvalıklı yazarlar. Şair Turgut Baygın; yazarlar Esme Aras, Aysun Kara; ressam ve sanatçılar, Arif Buz, Hakan Urul, Mustafa Sevinç, Muhittin Karakuş; tiyatrocular Enver Öksüz, Nevran Yıldız, senarist, tiyato yönetmeni Nail Pehlivan… ve adını anımsayamadığım birçok genç insan Ayvalıklı yeni kuşak sanat ve edebiyat temsilcileri…

Tüm bu değerli insanlar Ayvalık için bir kazanım bir zenginlik olduğu kadar, Ayvalık da onlar için yaratıcılıklarını, yazarlıklarını teşvik eden, kamçılayan, ürettikleri yapıtlara malzeme ve mekan olan bir kenttir. Bu karşılıklı dinamik “ilişki” ve “alışveriş”, “Zeytin-Rakı ve Balık” imajını düzelterek Ayvalık’ı gerçek anlamda Kuzey Ege’nin kültür sanat başkenti yapacak bir potansiyel ve enerji oluşturuyor.

Kent yönetiminin ve kent halkının bu “potansiyel”in farkında olması ve kullanılması içi gerekli koşulların, kanalların ve ağların oluşmasına ortam sağlanması için gayret etmesi Ayvalık’ın gelecekte sadece Zeytin ve Zeytin yağı ile anılmayacak bir “marka” olması için çok önemlidir. Son zamanlarda, “Şiir Ayvalık’ta” gibi yılda bir kez ve sadce bir güne sığdırılan etkinliklerin yanında daha kalıcı projelere yönelen gelişmeleri görmek Ayvalıklı yazar ve sanatçılara umut vermektedir. Devamının gelmesi dileğiyle…

Ayvalık, 17 Ağustos 2020

Mevlüt Asar

*) RECAİ ŞEYHOĞLU’nun “Ayvalık” adlı makalesinden alınmıştır.

Ayvalıklı bir ressam: Arif Buz

fotoğraf: Mevlüt Asar

Ayvalık-Altınova doğumlu Arif Buz, daha çocuk sayılacak yaşta erkek berberi çırağı olarak meslek hayatına atılır. Daha sonra 16 yaşına geldiğinde, “kuaförlük” yani kadın berberliği öğrenmek için İstanbul’a gider ve Beyoğlu’nda tanınmış bir kuaförde işe başlar. Resim ve çizgi yeteneğinin verdiği dürtü ile Arif, işten fırsat buldukça, boş kaldığı zamanlarda eline geçen gazete ya da paket kağıtlarına kara kalemle resimler, karikatürler yapmayı sürdürür. Çizdiklerini görüp beğenen Mina Samancıoğlu ona bir resim seti armağan eder. Arif Buz’un resim tutkusu bu armağan ile yeni bir aşamaya evrilir, kara kalemden yağlı boyaya geçer.

Arif Buz, bir resim eğitimi almamış, kitaplar okuyarak ve kataloglar inceleyerek kendi kendini yetiştirmiş, “otodidakt” yani “alaylı” bir ressam. Ben onun adını, ilk kez Ayvalık’ta çıkan edebiyat – sanat dergilerinde gördüm. Daha sonra kendisi ile şahsen tanışınca, asıl mesleğinin “kuaförlük” olduğunu öğrenince şaşırmadım desem yalan olur. Onun güleç, esprili, yapmacıktan uzak doğal halleri, kendisine olan ilgimi, sevgimi daha da pekiştirdi. Arif Buz’un yaşamını, dünyaya bakışını, sanat anlayışını, yaptığı resimleri tanıdıkça onu daha çok sevdim ve Ayvalık’a her gelişimde onun arar oldum.

Resim sanatından anlayanlar, Arif Buz’un, Fransız Camille Pisarro ile Maurice Utrillo’dan ve bir zamanlar yolları Ayvalık’tan geçen Orhan Peker ile Fikret Mualla gibi “izlenimci”(empresyonist) ya da “anlatımcı” (ekspresyonist ) ressamlardan etkilendiğini söylemişlerdir. (*)  Ben resim sanatından anlayan uzman biri değilim, Arif’in sanatını, bir sanat eleştirmeni gibi değerlendirmem. Ben değerlendirmemi bir edebiyatçı, bir “kültür-sanat işçisi” gözüyle yapabilirim. İşte bu gözle baktığımda, Arif Buz’un resimlerinde çok tat ve keyf aldığım, kimi zaman hüzünlenerek kimi zaman gülümseyerek izlediğim, “okuduğum” pek çok şey görürüm. Onun resimlerinde Ayvalık’ı Ayvalık yapan her şeyi, Arif’in gönül gözü ve yorumu ile yeniden bulmak mümkündür: erkekler, kadınlar, çocuklar, atlar, develer, kediler, köpekler, tavuklar, evler, sokaklar, meydanlar…

Ancak onun insanları, tuzu kuru Ayvalık’ın ve dünyanın tadını çıkaran insanlar değil, emeğiyle geçinen, yoksul, ezik, hayata tutunmaya çalışan yine de yaşam sevincini yitirmeyen “küçük insanlar”dır. Bu bağlamda Arif Buz, benim gözümde Ayvalıklı bir Orhan Kemal ve Orhan Veli’dir. Kimi resimlerinde Orhan Kemal’in öykülerinin kimi resimlerinde ise Orhan Veli’nin şiirlerinin tadı vardır. Aradaki tek fark, Arif Buz’un öykülerini ve şiirlerini, sözle, imgeyle kağıda değil, kendine özgü kurgular, renkler ve “kırık çizgiler” ile tuvale dökmesidir.

Bu bağlamda Arif Buz, seçimini güçlüden, güzel olandan yana değil, güçsüzden, ezilenden yana yapmış olan “toplumcu” bir sanatçıdır. Ancak bunu slogancı bir tavırla yapmaz. Onun müthiş bir gözlem yetisi ile çizdiği figürlerin, hayvanların, eşyaların mutlaka “real” bir karşılığı vardır. Ancak bu gerçeklik, izleyenlerde acıma ya da isyan duygusu uyandıran “katı” ve “ideolojik” bir gerçeklik değildir. Arif Buz’u,n resimlerinde kendine özgü teknik ve üslupla yarattığı bir “muğlaklık” ya da soyutluk, resimlerine bakan kişilerin hem hayal gücünü kullanmasına hem de bir tür “empati” geliştirmesine olanak sağlar.

Arif Buz, ressam kimliğinin oluşmaya başladığı yıllarda, akademik eğitim almadığı için hayıflanmış hatta biraz eziklik duymuş, ancak zamanla kendi kimliğini bulmuş, kendi özgün tekniğini, sitilini bulmuş bir ressam. Bence ressamlığı, çoktan asıl mesleği olan kuaförlüğün çok önüne geçmiş, vizite kağıdına “Ressam” yazmayı hak etmiş bir sanatçı. Akademik tahsil bir insanı sanatçı ya da yazar yapmaya yetmiyor. Bunun için “bilgi”nin yanında doğal yetenek, merak ve en çok da “tutku” gerekiyor. Arif Buz’u ressam kılan da kendinde tüm bu özellikleri toplamış olmasıdır.

Kısa bir süre önce Ayvalık Belediyesi Orhan Peker Galerisi’nde açılışı yapılan, “9/8’lik” adlı ve aslında tam bir insan ve kültür mozaiği olan Ayvalık’ın daha çok Roman sakinlerinin yaşamını konu edinen 2019 – 2020 arasında yapılmış resimleri ve portreler Arif Buz’un hem sanat hem resim anlayışıyla bire bir örtüşen bir seçki niteliğinde. Ayvalıklıların, Ayvalık sevdalılarının, sanatseverlerin en başta resim koleksiyonu yapanların mutlaka gezip görmesi gereken bir sergi.

14 Ağustos 2020 , Ayvalık

Mevlüt Asar

*) Savaş Sönmez, “Kuaför-Ressam Arif Buz” (SanattanYansımalar, 25 Mayıs 2017)

“Alman Edebiyatından Esintiler”in Düşündürdükleri

M Akın Güre

Mevlüt Asar, bu yıl Ayvalık’a gelirken Türkiye’de yayınlanan iki şiir kitabını da yanında getirdi. İçinden geçtiğimiz karartılmış günlerin kasvetini dağıtmak istercesine, Ayvalık’ın parıltılı doğasına, aydınlığına ve mavisine çok yakışan güzel şiirleriyle geldi.
İki yıl önce onunla başka bir kitabı hakkında söyleşmek için Destek Tasarım Akademisi yöneticisi Ali Akdamar’ın önerisiyle Mevlüt’le bir araya gelmiştik. Dönemsel bir sırayla anılarını da katarak yaşadığımız çağın sorunlarını yaşadığı iki ülkenin siyaseti, kültürü, sosyolojisi ile harmanlayarak kendisinden dinlemiştik. İki ülkeli olmanın yarattığı sonuçları sorun ve avantajlarıyla bir arada yaşayan biri Mevlüt. Bu iki ülkeyi iki lisanı ile yurt edinmiş olmak ve bu durumdan bir olumlama çıkarabilmek onun kimliğinin bir başarısı olsa gerek. İşte bu nedenle ki Mevlüt’ün yazılarını, öykülerini ve şiirlerini hep merak etmiş, okumaktan keyif almışımdır.
Yaşadığımız çağın ritmine, çelişkileri ve birleşimleri ile renk katan bir uğraşıdır bu. Okuyanı düşünmeye yönelten hoş deneyimler ve duygular yaşatır; görmeye, anlamaya, farklı olmaya zorlar insanı. O lirik bir şairdir. Ama gerçekçidir ve toplumsal yaşamın içinden seslenir size. Şiirlerinde Sözcükler, imgeler sadece lirizme yönelik bir coşkudan ibaret değildir; daha adil bir dünyayı ararken, kötülerden arınmış, iyilerin egemenliğinde bir geleceği arının peteğini doldurması gibi anlatır durur.
Şiirin bir değiştirme gücü de vardır. İçindeki birikimi sözcüklerle, imgelerle iletir, şiir bir köprü olur başkalarına. Bu nedenle şiir okunmak için vardır, etkileyici bir iletişim aracıdır. Şiirin yaratım süreci zorluklarla, gerilimlerle doludur. Düşlerinde yalnız kalmak şairi yıldıramaz. Mevlüt için de geçerlidir bu. Sakin duruşunun yanında kaya gibi inatçı bir doğruculuğu vardır onun. Okuduğum son kitabından şu dizeleri çok beğendim örneğin: “Geldim Güneş parlak Toprak sıcak Su serin Zaman sonsuz Dünya güzeldi Kaldım. An gelir Güneş solar Toprak soğur Su donar Dudak kurur Düş kalır.”
Mevlüt Almanya’da yaşarken dilini geliştirmek için büyük bir çaba içine girer. Başta mesafeli ve tepkilidir Almancaya. Ancak edebiyat konu olduğunda dilin gücü onu etkiler, kendine çeker. Dile hakimiyeti, ustalığı çevirmenlik için kazandığı yetkilendirme düzeyine taşır başarısını. Edebiyat alanında yaptığı çeviri şiirleri ilk zamanlar çıkardıkları Dergi isimli bir yayınla okuyucu ile buluşur.
İki dili boşuna yurt edinmemiştir. Onun gibi birinin yapacağı çeviriler bu nedenle anlamlıdır. Üstelik konu şiir olduğunda bu işin üstesinden gelmek hayli zor bir iş olsa gerek. Onun Alman edebiyatından yaptığı şiir çevirilerini onunla tanıştığımdan beri sosyal medyadaki paylaşımları üzerinden okur dururum. Geçen yıl Ören’de benim de katıldığım bir şiir okuma etkinliğinde alman şiir çevirilerini ağzından dinlerken keşke bunlar bir kitaba dönüşe diye aklımdan geçirmiştim. Şimdi okuyacağınız kitabın haberini aldığımda bu yüzden çok sevindim.
Bir edebiyat eleştirmeni olmasam da iyi şiirden anlayan biri olarak arkadaşımı tebrik etmek isterim. Bu küçük seçki bence kendi dalında örnek alınacak bir çalışma sayılmalıdır ve epey beğeni toplayacaktır. Alman edebiyatının Goethe gibi kurucu isimlerinden başlayıp örneğin benim çok sevdiğim İngeborg Bachmann gibi sıkı Şairleri içine alan, modern Alman şiirinden henüz hayatta olan iyi Şairleri bize tanıtan bir çok örnekle dolu bir kitap. Böyle bir şiir çeviri kitabı Türkiye okurları için büyük şans diye düşünüyorum.

Ayvalık, 29 Temmuz 2020

Ayvalık gecesi (*)

Fotoğraf: m. asar / Paşalimanı (Ayvalık)
Karanlığın sonsuzuna
kayan yıldızlar gibi
akıyordu gece hayat
usulca batırırken ay
gümüş hançerini
ılık sularına Ege'nin

Midilli Mariya'nın
yürek yakan gülüşü
siyah gül olup açtı
seviştiği Niko'nun
terli göğsünde

Cundalı balıkçılar
vira bismillah, diyerek
açılırken kısmetlerine
azaldı perde perde
eski taş evlerden
dar sokaklara taşan
Rum aksanlı ninniler

Şeytan Sofrası'na
kurulmuş haramilerin
çirkin gülüşüyle titredi
yüzyıllık zeytinlerin
filize durmuş dalları

Sarımsaklı kıyısında
bir sürgün şair
elde kalem
yürekte hasret
dizeleri şefkat
şiir sürüyordu
mübadele yarasına
Ayvalık'ı yurt edenlerin


Mevlüt Asar

*) Denizini Yitiren Martı, Nezih-Er Yayınları, 2015

Ayvalıklı olmak…

Fotograf: m. asar, özçekim

Ayvalık’ta kendimi bu kadar “evimde” ve huzurlu hissetmemin nedeni sanıyorum burada – neredeyse herkesin – ya bizzat kendisinin veya ailesinin bir iki kuşak önce, gönüllü ya da zorunlu bir göç yaşamış olması. Kimimiz Karşı Kıyı’dan, kimimiz Anadolu’dan, kimimiz Bosna’dan, kimimiz de benim gibi Almanya’dan gelip Ayvalık’ı kendimize “yurt” edinmişiz.

Toprağından koparılarak başka diyarlara “göç”e zorlanan insanın çektiği zorluk ve acıyı, onu yaşamayanlar bilemezler. Onu yaşamayanların bilmeyeceği bir başka şey ise, çekilen zorlukların, acıların ve hasretlerin bizi daha duyarlı, daha insancıl daha hoşgörülü kılmasıdır. Çünkü biz toprağından, kökünden, çocukluğundan, gençliğinden, arkadaşlarından koparılmanın acısını, hasretlerin her türlüsünü iyi biliriz. İşte bu yüzdendir toprağa, denize, ormana düşkünlüğümüz. İşte bu yüzdendir bizim, kim olduğuna ne olduğuna nereden geldiğine bakmadan her insana saygı duymamız, kucaklamamız…

Mevlüt Asar

%d blogcu bunu beğendi: