Denizini Yitiren Martı

Ahmet Sefa (*)

Bazen düşünürüm, yerellik ne, evrensellik ne; kim yerel şair, yazar, kim evrensel?

Yaşam, ölüm, barış, çocuk, çevre, doğa, aşk, gelecek, eşitlik, haksızlığa karşıtlık, saygı, sevgi… gibi insanlığın ortak dertlerinin işlenmesini, ortak noktaların yakalanmasını, okuyucuya aktarılmasını enternasyonalizmin yakalanması diye düşünürüm. Bunun toplumcu gerçekçi bilinçle işlenmesinin şimdinin, çürüyenin eleştirmesinin, gelecek toplumsal düzenin betimlenmesinin Nazım Hikmetler’i, Fakir Baykurtlar’ı, Aziz Nesinler’i yaratır, dünya çapında yapar, derim…

Gerek yıllarca katıldığım Fakir Baykurt Hocamızın önderliğindeki, K. R. W. E. Yazarlar grubunda (Şimdiki ATYG) gerek yaptığı konuşmalarda, okumalarda Mevlüt Asar’ın bilge kişiliğine tanık oldum. Denizini Yitiren Martı’daki şiirlere bu bilgelik damaga vuruyor.

Örneğin, “Kimlik” başlıklı şiirinde tarihi, tarihsel materyalizmi şiire yedirirken hem İstanbul’u hem de dinsel hoşgörüsünü anlatır ustaca. Barıştır, sevgidir duruşundaki netlik. Çok kez şiirinin, şairin bakışını, duruşunu belirttiğini biliriz. Onun evrensel mi, yerel mi kaldığını da anlarız. Bence, kitaptaki birçok şiir gibi, KİMLİK enternasyonalizmi yakalamışlığın bir göstergesidir. Gelin, şiiri birlikte okuyalım:

KİMLİK

avcumdaki çizgiler

Asya’dan Avrupa’ya

uzun bir yolun izdüşümü

yüreğimin bir yanı

Homeros’a akar

bir yanı biçare

Yunus’a çıkar

Kabe’mi yedi tepeli

bir şehre kurmuşum

ortasından çağlar akar

bir kulağımda

hazin ezanlar

bir kulağımda

yanık çan sesleri

tenim Akdeniz sıcağı

bir elimde ak güvercin

bir elimde zeytin dalı

…..

**

Duyarlılık, şairin şiirine yansıttığıdır. Günü görmek, günceli yakalamak, Mevlüt Asar gibi şiirine işlemektir:

FOTOĞRAF

bizim ele uğrarsan

resmini çek hallerin

nakış nakış taşların

viran olmuş yurtların

kimsesiz çocukların

çek gel

çek gel de

kavuşsun öteki yarısına

daha yeşil bir elma iken

asker süngüsüyle

ortasından bölünen

bu yarım hayat

…..

**

Almancası profesyonel çevirmenlik düzeyindedir Mevlüt Asar’ın. Dünya yazınını bildiği gibi Alman yazınını, özellikle şiirini iyi bilir, takip eder, okur, çeviriler yapar. Şiirlerinde, yazılarında, konuşmalarında görürüz bunu:

YAŞAMIN ÖTE YAKASI

Marks ile Engels

tartışıyor geleceğini dünyanın

eski fotoğraflar kadar genç

Lorca, Mayakowski ve Neruda

şiir okuyorlar coşkun kalabalıklara

Nazım’ı arıyor gözlerim

“yedi tepeli şehri”ne gitmiş

dindirmek için yurt hasretini

El sallıyor biraz ötede

sürgünlüğün şairi

Heinrich Heine

kucaklarken beni

“insan olmalı” diyor

“şairin yurdu”

…..

**

Tarihini bilen olduğu gibi, onu koruyan, doğasına sahip çıkandır şair:

EGE’YE AĞIT

Asos’tan Halikarnas’a

Truva Atları sarmış

dünya cenneti Ege’yi

yağmalanmış deniz

baltalanmış yeşil

beton sarmış her yeri

**

Günü yakalayabilen, bir duyarlılığa sahip demiştim. GÜNCE şiirindeki şu dizeler kadar yozluğu, yobazlığı anlatan kaç şairde kaç dize vardır?

yüreği ağılı

suratı kara

bir savaşçı

zikrediyor

tanrısının adını

uluyarak göklere

kan damlıyor

kara sakalından

içi kalkıyor

toprağın

kusmak ister gibi

içine akan kiri

**

“Yazacağım da, yazacağım, “diyor şair ve yazıyor da çürüyeni, yok olması gerekeni:

yazacağım yine de

insana düşman

bu düzenin tekerine

çomak sokmak

kapitalizmin ipliğini

pazara çıkarmak

zalimin zulmünü

haykırmak için

**

Materyalisttir Mevlüt Asar. Ölüm bile, öyle ruhlarla cennetle oyalanılmayacak, kandırılmayacak kadar açıktır, gerçektir. Tok sözlüdür. İşte evrensel şiirin yakalanmışlığı iddiama son bir kanıt daha:

ÖMRÜMÜZ

bir kuş kanadıdır

dünyaya düşen gölgemiz

bir gün bakmışsın pır

suya bile vurmayabilir

şavkımız

bir günbatımında

çalınırsa kapımız

parmak izidir

bir yaprakta bizden

geriye kalan

düşer ilk sonbaharda

toprağın kucağına

belki bir çiçekte

belki bir ayrık otunda

tekrar soluklanır

ömrümüz

**

Kitabın son şiiriyle birlikte yetmiş yedinci sayfadaki SONSÖZLE bitireyim DENİZİNİ YİTİREN MARTI’yla ilgili düşüncelerimi: “Şair yaşadığı çağın çaresizliğinin sözcüsüdür.” (Marie Luise Kaschnitz)

*) Kaynak: Ahmet Sefa, Facebook

Fakir Baykurt’tan

MEVLÜT ASAR’IN ŞİİRLERİ: “GURBET İKİLEMİ” (*)

Adına “gurbet” dediğin

Bu toprak Filozoflar eskitir

Üstünde başak değil

Fabrika bacası yeşerir

Dinlenmez bu ülkede

İnsana olan sevdan senin

Günlerdir elimde bir kitap. Bakarsan 100 sayfa. Ama içindeki Türkçe-Almanca iki dilli şiirler birbirinden güzel. Acı, umut, sabır, başkaldırı, yazıklanış içeren bu şiirleri Mevlüt Asar yazdı. Kapak ve şiirleri destekleyen iç resimler Silvia Hagedorn’un.

Mevlüt Asar 1951’de Konya’ da doğdu. Yedi yaşındayken ailesiiyle birlikte Ankara’ya geldi. Orada okuyup üniversite bitirdi. 1977’nin sonunda Almanya’ya göçtü. Duisburg’da küçük “Merhaba” gazetesini yönettiğim .aylarda tanıdım kendisini. Öğrencililere okutulan Türkçe ders kitaplarının tutarsızlıklarını eleştiren bir yazı getirmişti. Öğretmenlik yapıyordu. Sonra pek çok meslek toplantısında rastlaştık. Yabancı işçi çocuklarının eğitim sorunlarıyla uğraşan ve kısa adı RAA olan iş yerimde düzenlediiğim Edebiyat Akşamları’nın izleyicisi ve destekçisi oldu. Meslek toplantılarında akıcı Almancasıyla yabancı işçilerin sorunlarını dile getirdiği konuşmalarım dinleyenler onun dalları kuş ve ışık yüklü çınarlar örneği bir kişilik olduğunu elbet anlar, ama kendini saklayan bir şair olduğunu dünyada düşünemez.

Onun özlü, pırıl pırıl, başkalarından çok kendine benzeyen, ağır başlı bir sessizliğin içinde sevgi ve öfke topları fışkırtan şaşırtıcı bir kişiliği var. Şiiri kimi zaman iki üç tekil sözcükle insanı büyük çoğullara götürüyor.

Kuzeyden esen bir sert rüzgar

Dağıttı köylerimizi

Koyup gençliğimizi

Tahta bavullara

Toplandık tren istasyonlarına

Koştuk kara vagonlar doluşu

Soğuk kentlerine Avrupa’nın

Elimden düşmeyen bu kitap daha basılmadan, onun içinde yer alan şiirlerden ikisi türküleşdirilip Duisburg ve çevresinde yapılan gecelerde söylenmişti. Buna benzer düşünce ve duygulara onlan dinlerken de kapılmıştım. Bilmiyorum kaç yılın, kaç uzun günün, gecenin ürünüdür bu dizeler?

Mevlüt Asar’a bunca güzel şiirler yazmışken niçin kitap çıkarmayı düşünmediğim sorduğum-da, yağız bozkırlı yüzünde alevler parlamıştı, Uzun süre böyle bir karan olmadı. Oysa şiirleri almış basını gidiyordu. Dergilerde basılıyor, okullarda okunuyordu. Özellikle Duisburg ve çevre okullarında Alman öğretmenler onları ders konuşu yapıyorlardı. Şiirleri böylesine yürürlüğe giren şairin kitap çıkarmayacağım diye direnmesi çoğu zaman boşunadır,

Oberhausen’deki Ortadoğu Yayınevi onun direncin! kırdı, kitap elimizde. Böyle kitaplar çıktığında biri bunlardan söz etmeli. Ama Duisburg’da eleştirmen olacak arkadaşlar henüz beğeni ya da tepkilerin, yazıya dökme aşamasına gelmediler. Bir eleştirmen olmadığım halde Mevlüt Asar’ın kitabım ele alışım bundan. Nice deneylerle biliyorum, bin bir emeğin ürünü kitaplar, onları yazanların umutlarıyla birlikte, dibi belirsiz sessizlik kuyularına atılmış taşlar gibi yitip, unutulup gidiyorlar hem de hiçbir yankı uyandırmadan. Bu büyük haksızlığa kendi çapımda başkaldırırken zaman azlığı yüzünden, tanıtılması gereken her kitabı tanıtamıyor, böylece ben de bir haksızlık yapıyorum. Kimi bol sözcüklü arkadaşlar, yeterin­ce gelişmemiş yazarların kitaplarını abartarak övdüm diye beni iğneleyip sözlü yazılı eleştirdiler. Kitap tanıtmayan, eleştiri yazmayan, kimselerin hiçbir kusuru, eksiği olmaz. Kusur ve eksikler elbet bir şeyler yapıp ortaya koyanlarda görülür. Benimkilerin iyi niyetime bağışlanmasını dilerim.

Ey Akşam ülkesi’nin yorgun

insanı öyle uzak

Öyle yabancı durma bana

Hepinize merhaba

Mevlüt Asar, Ren ile Ruhr’un birleştiği yerde 600 bin nüfuslu bu büyük endüstri ve işçi şehrinde sanki bir Türk işçisi adına konuşyor. Yunus’un, Mevlana’nın, Nazım’ın, Sinan’ın yurdundan göğsü armağanlar ve dostça isteklerle dolu gelmiş, ama tokalaşmak için uzattığı eli havada, verdiği selam dudaklarında kalmış gibidir.

Gözüm yok

Ekmeğinizde suyunuzda

Bağdaş kurup aranıza

Ortak türküler söylemeğe geldim

Hans-Herbert Dreiske adlı genç Alman şairi ses veriyor sesine: “Yüreğinde ve ellerinde getirdiklerinin çok olduğunu biliyorum. Bir gün oturup birlikte türküler söyleyeceğiz, mutlaka…” Bu şiiri Mevlüt Asar kitabinin arka kapağına almış.

Gene de kırgındır şairimiz. içinde acılar yumaklanır.

Tarih öncesi

Bir mağaradayım sanki

İçeride

Sürek avı

Dışarıda kurt ulumaları

Bir çocuk ağlıyor içimde

Aynı zamanda bir kültür şehri olan Duisburg’da insan yalın gözle her şeyi göremez. Endüstri dumanları gözyüzünü sürekli kapatır. Ortalığı sık sık sisler kaplar, Buna bir de yabancı olmanın getirdiği çekingenliği ekleyin. Görmek gerçekten zorlaşır.

Çoğaldıkça iş yerlerinde robotlar

Artıyor yaratan ellerin korkuşu

taşıyor utancı işsizliğin

Kuytu yerlerinden parkların

Bir avuç güneş

Birkaç hasta tomurcuk

Düzeltecek sanki her şeyi

Şairin sılası Konya, Ankara bugün ne denli yoksul olursa olsun, bol güneşi, Eti, Selçuk, Osmanlıı, kat kat kültürleriyle sürekli özlenir. Orası mı, burası mı? Seçimi zor bir ikilemdir. Orada güneşli doğa, burada iş ekmek…

Alışmak gerek artık buna

Hiç olmayacak o alev topu

Dumanlı gökyüzünde Duisburg’un

Kocaman kırmızı bir elma

Zaman zaman birahanelerden birine dalar Içeride İtalyan. Yunan arkadaşlar. Kitapların yazdığı kadar bir dayanışma ne yazık yoktur, Şairimiz bulduğuyla yetinir:

Garson Rita’ya –

Bal sarışı bir kız-

Sırılsıklam vurgunuz

Bize gülücüğün sahtesin!

Hans’a Öpücüğün hasını verir

Saat gece yansı on iki

Karım camdadır şimdi

Anadolu erkeğinin içi ne dönük efendi görgüsü,. Ancak çocuk bayramlarında, sokak şenliklerinde, karnavallarda biraz neşesi açılır. Umutları, düşleri akmaya başlar..

Bir sihirbaz olsam

Elimde sihirli değnek

Yok etsem açlığı

Kaldırsam yeryüzünden

Ulusları ayıran sınırları

Alman öğretmenin hasta olması ya da izin alıp gitmesi nedeniyle yerine derse girer gün.

Sevinçliyim

öğretmeniniz yerine

Size konuk gelişime

Ama bir saat gerçekte 45 dakikadır, bitiverir.

“Üzülmeyin çocuklar” dedim

“Bir başka sefere hoşça kalın”

Doyum yoktur çevrede, günlük yaşamda. En kötüsü de gidip gidip gelen sıla özlemidir, yurtsama. Ne yapsa etse, üç dört bin kilometre uzaklardaki güneşli yurttan kopamaz.

Yurdum

Uzaklarda

Yıkılmış Bir gül bahçesi

Kesin dönüşe zorlanan İşçi ise daha da kırgındır:

Utanın ey kentler

Duisburg Essen Dortmund

On beş yıl boyunca temizlediğim

Meydanlarınız tren istasyonlarınız

“Türkler dışarı” yazılarıyla kirlendi

Oysa taşıyacağım dizlerimde ömür boyu

Tutulduğum romatizmanın sızısını

İşte gidiyorum şimdi

Düşlerimi bırakarak burada

Hoşça kalın elveda

Gel yerle? buraya, havasına suyuna uy. Bu yakınmaları da keş.,. Demezler ya. Dediklerim varsayın, “Hayır” der. Git denince de kırılır. Zorun zoru ikilem budur. Önceki yurdundan kopamamış, yeni yurduna yerleşememiş işçinin acı buruk duygularıyla örülür Mevlüt Asar’ın şiiri.

Bugünden besbellidir, bir gün bu ikilem bitecek, şairimiz yeni şiir çevrelerine açılacak. Ama o zaman da şimdiki acılı konularım bırakmayacak. Bir sigara molası zaman içinde düşlere dalan madenciyi, tezgah basında. tıpkı yurttaki gibi, sabır taşından beter susan “endüstri bahçelerinin kır çiçekleri” Anadolu kadınlarım hiçbir zaman şiirinin dışına atmayacaktır,

İlk kitabında 100 sayfaya serpilmiş otuz şiirin küçüklü büyüklü dizelerinde büyük şiirin çekirdekleri saklı. Yakında onlar çatlayıp yeşerecek, Mevlüt Asar bize bu umudu fazlasıyla veriyor.

“Gurbet İkilemi”nin uygun yerlerine ünlü yazarlardan alıntılarda serpiştirmiş. Hermann Kosack, “Şiir yazmak yazan ile okuyan arasına bir köprü kurmaktır” diyor. Bizim atasözünü başka türlü anımsatan Christian Morgenstern’in sözü epey düşündürücü: “Kişinin sılası oturduğu yer değil, anlaşıldığı yerdir.”

Biz iş gücü çağırdık, insanlar çıkıp geldi” diyen ünlü yazar Max Frisch ise. ikilem içindeki insanımıza ve şairimize, yıllar önceden arka çıkıyor: “Bizim yurdumuz İnsandır.”

Bir dizede bin anlam ile gönlümüzü dolduran Mevlüt Asar’ın şiir harmanı büyük. Dilerim üstüne zehirli yağmurlar yağmaz, taneler sele gitmez. O harmandan sadece Duisburg’da değil, yurdumuzda ve bütün dünyada insanlara azık olur. Onun gibi biz de umutluyuz:

Kalbinde yeşeren inanç

Ellerinde büyüyen isyan

Yıkacak bir gün mutlak

Gökyüzüne çekilen duvarı

(*) Mevlüt ASAR, GURBET İKİLEMİ/DİLEMMA DER FREMDE Şiirler/Gedichte, 1986, Ortadoğu Verlag Diana Str. 43, 4200 Oberhausen 11

Edebiyat Pazarı

Kendini doğuştan şair, öykücü, romancı olarak gören ya da bunu alın teriyle elde etmiş “ünlü” yazarlar ve şairler, “piyasa”daki şair ve yazar sayısının artmasından, özelikle de “hayranları” ve okurları arasından “edebiyat pazarı”ndan pay koparacak rakipler çıkmasından pek hoşlanmazlar…

Benim, yazdıklarımı, kitaplarımı okuyanlar bana “şair”, “öykücü”… gibi sıfatlar yakıştırabilirler, bu onların bileceği bir iştir. Ancak ben kendimi hiçbir zaman şiir yazıyorum diye “şair”, öykü yazıyorum diye “öykücü” olarak tanıtmaya ya da öyle satmaya çalışmadım. Beni şahsen tanıyanlar, hiçbir zaman ün veya statü peşinde olmadığımı, bir başkasına “şair” veya “öykücü” olarak tanıştırıldığımda ne kadar sıkıldığımı, mahcup olduğumu bilirler…

Ben kendimi – hem Almanya’da hem Türkiye’de sıradan bir “yazar” olarak görüyorum. Yazdıklarımın “ünlü” yazar ve şair arkadaşlar, eleştirmenler ya da okurlar tarafından beğenilip beğenilmeyişinin, onların “gerçek değeri”ni artırmayacağını veya eksiltmeyeceğini düşünüyorum. Kısacası ben ne olup olmadığımı ve niçin yazdığımı iyi biliyorum. Bu bağlamda, çok rahatım.

Mevlüt Asar

Werkschau des Autors Mevlüt Asar

Foto: Ulrich Schröder
14. Dezember 2015
Werkschau des deutsch-türkischen Autors Mevlüt Asar - Literatur 12/15

Wie kaum ein anderer im Ruhrgebiet baut der 1953 in Konya geborene Schriftsteller, Lehrer und Übersetzer seit über 35 Jahren literarische Brücken zwischen den Kulturen: In seiner zum Teil zweisprachig publizierten Prosa und Lyrik setzt sich Mevlüt Asar zum einen mit dem autoritären Regime in der Türkei auseinander, wo er in der Hauptstadt Ankara Politikwissenschaften studierte und dort politisch von der brutal unterdrückten Studentenbewegung geprägt wurde, bevor er 1977 mit seiner Frau nach Deutschland ging. Bis 1980 studierte er in Köln Deutsch als Fremdsprache und ließ sich schließlich in Duisburg nieder – eine Stadt, die ihn besonders zum interkulturellen Brückenschlag reizte und wo er nach dem Tod seines Autorenkollegen Fakir Baykurt 1999 die Leitung des nach diesem benannten Literaturcafés in der Duisburger Innenstadt übernahm.
Richtig los ging alles mit einer Adler-Schreibmaschine, die sich Mevlüt Asar von jenen 100 Mark kaufte, die er 1984 bei einem Literaturwettbewerb der Stadtbibliothek Duisburg gewonnen hatte –  obwohl er bis heute eigentlich nicht viel von solchen Wettbewerben hält, sandte er einen deutschsprachigen Beitrag ein, der prompt als Text des Monats gekürt wurde. „Die deutsche Sprache ist wie ein Ozean“, pointiert Asar poetisch die Fallstricke der fremden Zunge: Obwohl er inzwischen schwimmen gelernt hat, müsse er auch heute noch ab und zu „einen Schluck salziges Wasser trinken“.
Doch die Schwierigkeiten der Migration sind nicht nur von sprachlichen Klippen geprägt: „Alles, was ich veröffentlicht habe, hängt mit Fremdsein und Migration zusammen“, bilanziert Mevlüt Asar, der mit Mitte 20 ohne Deutschkenntnisse den Migrationsschritt wagte. In seinem Werk schildert er emotional eingängig quälende Phänomen der Entfremdung fernab der ursprünglichen Heimat – so auch in der Erzählung „Die Suche nach dem Meer“, wo sich die emotionale Zerrissenheit eines Pärchens auf der Reise an die Nordsee widerspiegelt. Das „Meer der Fremden“ lässt die Wärme der heimatlichen mediterranen Umwelt gänzlich vermissen, der beide von klein auf „ihre Seele gewidmet“ haben. Bei der Rückfahrt durch Orte, deren fremde Namen „das Gefühl der Fremdheit zum Äußersten treiben“, herrscht bitteres Schweigen. Nur die nicht an einen kulturellen Kontext gebundene kosmische Natur spendet dem Protagonisten Trost, als dieser die Venus am Nachthimmel erblickt.
Ein weiteres zentrales Thema des Autors, der sich seit seiner Pensionierung vor einem Jahr verstärkt dem Schreiben widmen kann, ist der „Schmerz im Herzen“ angesichts sozialer Härten, die oft gerade Migranten treffen. Atmosphärisch verdichtet skizziert Asar in seinem lyrischen Werk zudem die zuweilen unheimliche Industrie-Kulisse der Region. Ein „kranker Atem riesiger Fabriken“ liegt über der Stadt, die das lyrische Ich im Gedicht „Abend in Duisburg“ durchwandert und erschüttert ist von der sichtbaren Obdachlosigkeit als Folge sozialer Kälte. Diese manifestiert sich auch in einem Paris-Gedicht über Arbeitsmigranten in der „noch nach Revolution riechenden“ Stadt, die beim Entmüllen der morgendlich erwachenden Metropole gleichsam „ihr Schicksal abzuwischen“ scheinen.
Der „Kampf um Anerkennung der Herkunftskultur“, so bringt es einer der rund zwanzig interessierten Gäste bei der anschließenden Diskussion auf den Punkt, nimmt einen hohen Stellenwert in Mevlüt Asars Werk ein. Die 80er und 90er seien die besten Jahrzehnte auf diesem Weg gewesen, während die Zeiten in den letzten Jahren wieder härter würden und einmal Erkämpftes – wie etwa Türkisch-Unterricht an Schulen – wieder infrage gestellt würde. Eine Erziehung an Islamschulen dagegen hält Asar, dessen Lesung vom Alevitischen Kulturverein Alevi Bektasi Gelsenkirchen unterstützt wird, für falsch – die deutschen Behörden hätten diesbezüglich zu lange Augen und Ohren vor den mit einer stark religiös orientierten Pädagogik verbundenen Problemen verschlossen.
Als Pioniere der Interkulturalität betrachtet der Autor die Arbeitsmigranten der ersten Generation, für die der Brückenschlag zwischen den Kulturen zugleich ein enormes Maß an Selbsterfahrung bedeutet habe. Dies kommt etwa in seinem Prosa-Portrait der Arbeitsmigrantin Leyla zum Ausdruck, deren unfallbedingt arbeitsunfähiger Ehemann lernen muss, dass seine Frau fortan die Familie versorgt. Leyla selbst wiederum muss nach einem Kollaps während der Arbeit die schmerzhafte Erfahrung verinnerlichen, dass sie sich nicht komplett selbst aufgeben und dem vermeintlichen Zwang zur Akkordarbeit gänzlich unterwerfen darf. Der Moment des körperlichen Zusammenbruchs jedoch bringt sie ihrer deutschen Kollegin Jutta näher, deren emotionale Erstarrung gegenüber Leyla sich plötzlich in „Wärme einer unauslöschlichen (…) Liebesglut“ verwandelt.
Obwohl Asar nach seiner Pensionierung viel Zeit in der Türkei verbringt, zieht er gemeinsam mit seiner Frau insgesamt eine positive Bilanz: „Wir fühlen uns wohl im Ruhrgebiet“, konstatiert er, bevor er noch einige Gedichte zu Gehör bringt, die bald auch unter dem Titel „Lyrik und Hoffnung“ in Buchform erscheinen werden. Als Mevlüt Asar in einem der Texte Max Frisch zitiert, wird es einen Augenblick lang ganz still unter den rund zwanzig Besuchern der Lesung in der Gelsenkirchener Flora: „Wir haben Arbeitskräfte gerufen – und es sind Menschen gekommen.“

Ulrich Schröder

Quelle: https://www.trailer-ruhr.de/mevluet-asar-duisburg-tuerkei-ruhrgebiet

%d blogcu bunu beğendi: