“öykülü geceler sitesi” için söyleşi

Mevlüt Asar çok yönlü yazarlarımızdan. Kendisi adeta fahri bir Köy Enstitülü. 1978’den beridir kendisine mekan edindiği Almanya’da hem eğitimciliğini sürdürüyor hem yazarlığım. Bir yanda Fakir Bayburt’un ölümünden sonra üstlendiği Duisburg Edebiyat İşliği ‘nin yöneticiliği var, diğer yanda Eğitim ve Bilim Sendikası yönetim kurulu üyeliği.. Üç ayda bir yayınlanan edebiyat ağırlıklı “Kalem” adlı öğrenci dergisinin yayın yönetmeni. Türkçe öğretmenliği ve çevirmenliğinin yanı sıra göçmen çocuklarının eğitim ve öğretimi konusunda hizmet veren Regionale Arbeitsstelle (RAA) adlı kuruluşta kültürlerarası iletişim danışmanlığı yapıyor.

Yazmaya Almanya ‘ya gelmeden başladı, orada da sürdürdü. İlk şiir kitabı “Gurbet ikilemi” Türkçe ve Almanca oturak 1986’da çıktı. Kuzey Ren Vesfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu’nun “Kavşak” (1995) adlı ortak kitabına öykü ve şiirleri, Duisburg Fakir Baykurt Edebiyat İşliği’nin “Aydınlığa Akan Şiirler” (1997) ve “Dostluğa Akan Şiirler” (2004) adlı seçkilerine de şiirleri ile katıldı. Daha sonra yazdığı şiirler, öyküler kitap tanıtma yazıları, Alman Edebiyatı ‘ndan yaptığı çeviriler ile kültür ve eğitim konularına ilişkin makaleleri çeşitli ortak kitaplar, seçkiler, antoloji, dergi ve gazetelerde yayınlandı. Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığına karşı hazırlanan “Uns reichts” (Artık Yeter) ile Irak savaşma karşı dünya çapında pek çok ülkede yürütülen “190 PoetsAgainst the War” (Savaşa Karşı 100 Şair) adlı projelere şiir ve öyküleri ile destek verdi. Alman Şiir Kitaplığı ile Duisburg Kültür ve Sanat Kulübü tarafından açılan şiir yarışmalarında Almanca şiirleri ile dereceler aldı.

Göçülen, gidilen toprak Amerika değildi. Türkiye’ye Amerika’dan çok daha y akın, Amerika ile kıyaslanırsa bir taş atımı uzaklıkta bir “gurbet”ti. Koşulları, göçmen yapışı, göçmene karşı tutum farklılığı olduğunu bildiğimiz bu ülkede hem eğitimciliğini hem yazarlığını sürdüren Sayın Asar’la sanattan eğitime. Fakir Baykurt’tan Edebiyat işliği’ne, kendi gurbet yaşamından “Belinda’ya Mektuplar”ına kadar çeşitli konulara değindik.

Siz Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesin! bitirdikten sonra Almanya ‘ya doktora eğitimi için gidiyorsunuz. Sonra yaşam nasıl farklılaşıyor Almanya’da?

MA.: Sevgili Özgün, yaşam rotasını kendimizin beliriediğimiz bir yolculuk değil. Belki de bize dayatılan seçenekleri kullanarak giriştiğimiz bir/macera bir ‘Odesa’. Benim Almanya’ya gelişim ve orayı ‘yurt’ edinişim de işte böyle rastlantılarla örülmüş bir öykü. Politik çalkantıların gündemi belirlediği, “ütopyalar”, silahlı çatışmalar, ölümler, tutuklanmalar, işkence ve hapisler ile tanışılan üniversite yılları; ardından Kıbrıs’ta savaşa yakın koşullarında yapılan yedek subaylık görevi, beni ve esimi ülkemizden bir süre için bile olsa uzaklaşmaya itti. Almanya aklımdan geçen bir ülke bile değildi. Dilini bilmediğim, kültürel bir yakınlık duymadığım bu ülkeye gelişimizin nedeni, eşimin babasının o yıllarda kültür ateşesi olmasıydı. Amaç bir süre kalıp dönmekti.

Ancak beklenmeyen acı bir olay ve Türkiye’deki 12 eylül 1980 de gerçekleşen askeri darbe, bizi Almanya’da kalmaya, orada bir yaşam kurmaya mahkum etti. Sıfırdan başlayarak Almanca öğrenmek, oturma ve çalışma izni peşinde koşmak, iş bulup ev kurmak ve aile geçindirmek için verilen savaşım, geri dönüşü beklerken yapmayı düşündüğüm doktora çalışmasını suya düşürdü. Sonradan işler Türkiye’de düzelir gibi olunca, burada kurulmuş bir yaşamı yıkıp geri dönerek orada yeniden bir hayat kurmayı göze alamadık. Ve şimdi Almanya çocuklarımızın doğup büyüdüğü, bir gün dönsek bile bağlarımızın süreceği bir ikinci ‘yurt’ oldu.

Kuzey Ren Vesfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu ve Fakir Baykurt’la tanışma ne zaman ve nasıl gerçekleşiyor?

M.A.: Fakir Baykurt’la ilk kez tanışmam ta 1971 de Mamak Askeri Cezaevi’nde oldu. Sonradan yollarımız tekrar 1980 de Almanya’da kesişti. Onu bir gün, geçici bir süre çalıştığım Başkonsolosluğundaki karşımda görünce çok şaşırdım, ” İçerideki Oğul”lar, şimdi de gitmeye zorlandıkları ‘dışarı’larda buluşuyorlardı. Kayın pederim Mevlüt Koca ile köy enstitülerine dayanan arkadaşlıkları aramızda hızlı ve sıcak bir ilişki kurulam6ına ortam sağladı. Bu arada öğretmenlik için yaptığım müracaatlara bir kaç kentten olumlu yanıt geldi. Ben tercihimi. Fakir Baykurt’un da yaşadığı bir endüstri ve işçi kenti olan Duisburg’dan yana yaptım. Böylece onunla aynı kente yaşamak, ortak çalışmalar yapmak ve ‘arkadaşlığımızı’ geliştirmek şansına sahip oldum.

Fakir Baykurt Köy Enstitülü Yazarlar konulu toplantımızda gündemimizde olan yazarlarımızdandı. Bizler onun Almanya’daki son dönemim pek bilmiyoruz. Bize biraz tanıdığınız Fakir Baykurt’u anlatır mısınız?

M.A.: Türkiye’den ve başka ülkelerden. Fakir Baykurt hakkında araştırma yapan, doktora tezi yazan genç insanlardan bazen mektuplar, e-mailler alıyorum. Onlar da bana genellikle Fakir Baykurt’un Almanya dönemine ilişkin sorular yöneltiyorlar. Fakir Baykurt gibi büyük bir yazarı bir söyleşinin dar sınırları içinde anlatmak çok zor. Bu konuda yazdığım bir iki yazıyı onlara gönderiyorum. Dünya edebiyat tarihi, siyasi veya ekonomik nedenlerle ülkelerini terk etmek zorunda kalan yazarların çektikleri sıkıntılarla düştükleri çıkmazla™ hatta yazarlıklarının tükenişlerine ilişkin dramatik örnekleri ile dolu. Fakir Baykurt’un Almanya dönemine ilişkin olarak da bu türden görüşler öne sürüldü. Ancak onu yakından izleyen birisi olarak bu görüşlerin gerçeği yansıtmadığım söyleyebilirim.

O kendinin de söylediği gibi, Almanya’ya bilerek, Türkiye’de köylerinden tanıdığı, romanlarım, öykülerim yazdığı Anadolu insanın Almanya’da içine atıldığı modem endüstri toplumundaki yaşamım gözlemeye ve yazmaya gelmişti. Üç tane roman, yüzlerce öykü yazarak bu amacım gerçekleştirdi. Almaya döneminde ürettikleri bence Türkiye’de ürettiklerinin hiç gerisinde değildir. Örneğin son romanı ‘yarım ekmek’ dış göç olgusunu edebi düzeyde işleyen en yetkin ve güçlü romanlardan birisidir. Bu türden görüşleri öne sürenler, ‘işçi göçü’ olayım küçümseyen, bu müthiş olayın önemini ve boyutlarını kavrayamayan ya da onun yazdıklarım okumamış olan kişilerdir.

Sizin yazarlığınıza doğrudan bir etkisi ya da kalkışı oldu mu?

MA.: Fakir Baykurt’la olan ilişkilerim, yazmaya olan tutkumu yeniden alevlendirdi. Yazdıklarımı okudukça “Bunlar mutlaka gün ışığına çıkmalı, yayınlanmalı! ” diyerek beni yazdıklarımı yayınlamaya teşvik etti. Benim gibi çevresine toplanan Halit Ünal, Ali Özgenç Çağlar, Molla Demirel, Ali Arslan, Kemal Yalçın, Metin Gür gibi arkadaşlara bir çalışma grubu oluşturmayı önerdi. Kuzey Ren Vesfalya Türkiyeli Yazarlar Çalışma Grubu işte böyle oluştu. Fakir Abinin ölümüne değin varlığım sürdüren bu grupla yaptığımız toplantılar, hafta sonu seminerleri, düzenlen&’kültür sanat gezileri’, Türkiye’nin önemli yazarları ile buluşmalar ve Sovyet Yazarlar birliği ile kurulan ilişkiler, karşılıklı yazar davetleri arkadaşların ufkunun genişlemesine, bilgilerinin artmasına, yazdıklarının düzeyinin yükselmesine katkıda bulundu. Arkadaşlar ardına kitaplar yayınlanmaya başladılar.

îzin verirsen şunu da eklemek isterim: Fakir Baykurt, beni sadece yazar olarak değil, bir eğitimci ve her şeyden önce ‘insan’ olarak etkilemiştir. Onun edebiyat alanındaki geniş bilgisine, etkileyici hitabet ve konuşma yetisine, ilişki kurmadaki ustalığına, gözlem gücüne, çalışma azmine ve disiplinine, büyük bir yazar olmasına karşın hiç kaybetmediği o alçak gönüllüğüne her zaman büyük hayranlık duydum.

Duisburg Fakir Baykurt Edebiyat işliği neler yapıyor? Türk-Alman edebiyat yaşamına ve iki toplumun ilişkisi üzerine etkîsi nasıl? Duisburg Belediyesi’nin de epey destekleyici bir rol aldığı görülüyor. Bu katkı nasıl sağlandı?

M.A.: Duisburg Edebiyat İşliği’ne gelince o da Fakir Baykurt’un bize bıraktığı armağanlardan biri. 1992 de Duisburg Halk Yüksek okulu bünyesinde edebiyat sohbetleri yapmak, Türkiyeli göçmenlere Türk edebiyatım tanıtmak ve sevdirmek amacıyla. Fakir Baykurt tarafından kuruldu. Benim Edebiyat Kahvesi ile asıl ilişkim, Fakir Ağbeyi yitirdikten sonra oldu. Arkadaşlar yönetimim üstlenmemi teklif edince, kabul ettim. Zamanım olmamasına karşın grup dağılsın istemediğim için kabul ettim. Arkadaşların ‘amatörlüğü’ aştığım saptayınca, çalışma yöntemimiz değişti, daha çok dışa açılmaya başladık. Adımızı da Fakir Baykurt Edebiyat İşiği olarak değiştirdik, iki haftada bir yaptığımız metin çalışmaları dışında Fakir Baykurt Edebiyat günlerin! organize ediyor, kendi grubumuzla ve konuk yazarlarla okuma ve söyleşiler, kitap günleri, şiir, müzik akşamları, ‘slam poetry’ gibi etkinlikler düzenliyoruz. Tabi bir de işlikten geçen metinlerden oluşan seçkileri kitap olarak yayınlıyoruz.

Duisburg Belediyesi ve kültür kurumlarıyla ilişkilerimize gelince, onlar tarafından ciddiye alınan bir kuruluşuz, proje ve programlarımız, olanaklar ölçüsünde maddi ve manevi destek buluyor. Alman edebiyat çevreleri ile ilişkilerimiz daha çok, ortak etkinlikler düzeyinde kalıyor. Türkçe ağırlıklı edebiyat yaptığımız için yazınsal alandaki çalışmalar çok sınırlı. Türkiyeli göçmenler ve yerli Almanlar arasında ‘köprü’ oluşturmak gibi bir misyonumuz da var. Bu bağlamda okumalarımızın ve çıkardığımız ortak kitapların iki dilde olmasına özen gösteriyoruz. Etkinliklerimize katılan insanların tepkileri genellikle olumlu. Bizi yüreklendirici ve motive edici şeyler söylüyorlar. Yerel basın yayın organları da büyük ilgi gösteriyor.”

Ancak buna rağmen her iki toplumda da ulaşabildiğimiz insan sayışı sınırlı denebilir. Aslında bir sanayi kenti olan Duisburg’da yaşayan Almanların ve özellikle de Türkiyeli göçmenlerin kültürel profilli oldukça düşük. Bir yerde kendi okuyucumuzu kendimiz yaratmak gibi bir sorunla karşı karşıyayız.

Yazar, sair Mevlut Asar ile eğitimci, yönetici, danışman, eleştirmen Mevlüt Asar arasında nasıl bir ilişki var? Bu farklı kimliklerin “zaman” dışında paylaşamadıkları, ulaşamadıkları başka konular var mı?

M.A.: Anlaşılan şimdi sıra kişi olarak Mevlüt Asar’a geldi. Aslında ben kendi hakkında konuşmaktan pek hoşlanmayan biriyim. Üstüne üstelik sorun oldukça ilginç ve ciddi bir soru. Bu açıklıkta şimdiye kadar ne başkası tarafından ne de kendi kendime sorulmamış bir soru. Biraz düşünmem gerekecek… Biliyorsun, “sanat ortak istemez” ya da ‘ortak tanımaz” diye bir söz vardır. Sanat, edebiyat yapan kişinin başka alanlarda çalışması, sanatta, edebiyatta yoğunlaşmasını engeller. Asıl mesleğimin eğitim, öğretim ve kültürle ilgili oluşu şüphesiz yazma ve yayınlama sürecim doğrudan etkiliyor. Bu etkileme “malzeme/konu’ yakalama açısından olumlu, fakat ‘üretme/yazama’ açısından olumsuz. Şu anda elimde birikmiş pek çok ‘malzeme’ var, fakat yazmak için zaman bulamakta zorlanıyorum. Zamanı, genellikle uykudan, tatillerden hatta insani ilişkilerimden çalmak zorunda kalıyorum. Yine de yeterli olmuyor.

Ayrıca ‘eğitimcilik’ ile ‘yazarlık’ ilk bakışta ‘uyuşabilir” iki alan gibi görünse de, yazma konusunda ‘sınırlayıcı’, ‘daraltıcı’ etkilerde buluna^biliyor. Bununla şunu kastediyorum:

Eğitimci, pedagog olarak belirli sosyal, ahlaki ve kültürel değer ölçülerine ve yargılara bağlı kalmak zorundasınız. Sizden genellikle ‘örnek insan’ olmanız beklenir. Oysa sanat ve edebiyat sınırsız bir özgürlük ister. Sansüre, sınırlamalara ya da hangi anlamda olursa olsun ‘bağlanmaya gelmez. Bu çelişkinin farkındayım, yazarken bilincimi ve bilinç altımı özgür bırakmaya çalışıyorum, ama bunu her zaman başardığımı söylemek zor. Yazdıklarım da bazen okuyucuya işaret parmağım sallayarak, ‘ders’ ya da ‘öğüt’ veren bir öğretmenin sesini sezdiğim oluyor. Ben bir şekilde farklı ‘kimlik’ ve “kişilik’lerle yaşamayı, değişik rolleri birlikte götürmeyi öğrendim ve buna alıştım. Ancak çevremin hatta ailemin buna alıştığım söylemek biraz zor.

Şiir ve öykülerinizde hep bir “özlem” var. Bu “özlem “in kaynağı yalnızca gurbetlik de değil. Yurda olduğu kadar sevgiye, barışa, gençliğe, yitik bir aşka dair de bir özlem. Arayış da denebilir mi bu duyguya? Nereden besleniyor bu özlem ve arayış ve eserleriniz! nasıl besliyor?

M.A.: Şiir ve öykülerimde geniş anlamda ‘özlem’ motifinin öne çıktığı doğrudur. Söylediğin gibi bu belki bir daha dönülemeyecek bir ülkeye olan özlemi içerdiği kadar, toplumsal planda dostluğa, barışa, sevgiye; bireysel planda ise gençliğe, yitik bir sevdaya ya da aşk’a olan özlemleri de içeriyor. Dünya’nın haline ve benim şu anda yaşadığım coğrafyaya bakılırsa bu özlemin nedenini anlamak pek zor değil. Bireysel düzeydeki özlemler ise oldukça masum ve insanı özlemler gibi görünüyor. Bence bu, bir ‘arayış’ değil karşılıkları bilenen bir özlem söz konuşu. Anacak, bir özlemin bitiği yerde bir başka özlem başlıyor. Belki bu bağlamda bir ‘arayış’ da söz konuşu, işte özyaşamsal, düşünsel ve sosyal kaynaklardan beslenen bu özlemler, tabii ki yazdıklarıma büyük ölçüde yansıyor. Benim aslında yapmak istediğim, bu özlemleri dile getirmekten çok, nasıl dindirilebileceğini sorgulamak ve söz konuşu olabilecek yanıtlar üzerinde okuyucu ile birlikte düşünebilmek!

Geçen yaz, bir dizi yay başlattınız: “Belinda’ya Mektuplar”. Tam dokuz tane yazdınız şimdiye dek. Fikir nasıl doğdu? Mektupları yazarken beklentiniz neydi? Nasıl tepki aldınız?

M.A.: Belinda, kurgusal bir sevgili, bir dost, bir kadın arkadaş. Ona yazılan mektuplar da adresi pek belli olmayan mektuplar. Aslında mektup türünü ya da tekniğin! kullanarak edebi metinler yazmak yeni bir şey değil. Post-modem’ öncesinde gerek dünya gerekse Türkiye yazınında bunun örneklerini bulmak mümkün. Ben o eski tekniği kullanarak beni, edebiyatseverleri hatta ve ‘çağdaş insanı’ ilgilendiren kavramları, düşünceleri, düşleri, özlemleri , sanal ortamda bile olsa tartışmak istedim. Çünkü gerçek yaşamda bunun ortamım bulmak ve yaratmak benim için mümkün olmadı. Arkadaşlıklara dostluklara ve bu türden sıcak, samimi sohbetlere düşman, bölük pörçük bir yaşantımız var. Fikir, yaşamın bu dayatmasından doğmuş olabilir.

Aldığım tepkilere gelince: Belinda’ya mektuplar adres taşımamasına karşılık, uzak^yakın çok ‘alıcı’ya ulaştı. Yanıtlar, övgüler tabi eleştiriler de aldı. Genellikle mektupların ilgiyle ve tat alınarak okunduğunu söyleyebilirim. ‘Belinda’ya ne oldu? . Yoksa artık mektuplar’ı bana göndermiyor musun? ‘ türden her gün gelen e-mailler de bunu doğrulayan işaretler.

“Belinda’ya Mektuplar’da pek çok konuya dair düşünce ve duygunuzu “kendinizden kaybetme pahasına” da olsa pek çok insanla paylaştınız. Orada da bir parça sözünü ettiğiniz bu “yazan kişinin yazdıkça kendinden yitirmesi” düşüncesin! açar mısınız? Yazdıkça eksilenlerin yeri nasıl doluyor?

Bu konudaki düşüncelerimi daha önce ” yazmak biraz da ölmektir” başlıklı bir deneme ile yayınlamıştım. Okuyanların bir kısmı anlamakta ya da bu görüşü kabullenmekte zorlandılar. Soru yöneltenler, eleştirenler oldu. ilk bakışta yazma, bir ‘paylaşma’, bir ‘çoğalma’ bir ‘ölümsüzleştirme’ eylemi olarak görünüyor. Bu belki “eser” ve okuyucu/alıcı açısından bakıldığında pek yanlış değil. Ancak objektifi yazara çevirdiğimiz de durum farklı, bence o yazdıkça ‘eksiliyor’ hatta kendinin /ruhunun özgün bir parçasını kitaplarda öldürüyor. Çünkü bize ait olan o ‘öykü’ / ‘şiir’ bir kitabın sayfalarında siyah mürekkepli harfler şekline dönüştüğünde artık bizim ‘ayrılmaz’ bir parçamız olmaktan çıkıyor. Yazar olarak, onun yerine yenilerim koymak zorundasınız. Yoksa giderek tükenmeye ve ölmeye mahkumsunuz. Edebiyat tarihi bunun dramatik örnekleri ile dolu. Bu konuda ilk aklıma gelen Ernst Hemingway.

Şu anda sözünü edebileceğiniz projeleriniz neler?

M.A.: Ah o yeni projeler! Kafamda yapmak istediğim kadar çok şey var ki! Eksik olan zaman, bazen günün 24 saat olmasına hayıflanıyorum. Gerçekleşmesi muhtemel projelerin başında çekmecemde duran üç dosyanın (şiir, öykü, makale/deneme) kitaplaşması. Bunun için arkadaşlara söz verdim. Umarım 2005 de sözümü yerine getirebilirim.

Çok teşekkür ederim Öykülü Geceler Adına.

M.A.: Beni Öykülü Geceler’in o ayışığı ve yıldızlı kubbesi altında konuk etme inceliğini gösterdiğiniz için ben size teşekkür ederim.

Mayıs 2003

Yazar: Mevlüt Asar (Yazar/Autor)

Mevlüt Asar, 1951'de Konya'da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bitirdi. 1978'de Federal Almanya'ya yerleşti. “Çevirmenlik” ve “Metin Yazarlığı” sertifikaları olan Mevlüt Asar'ın Almanca, Türkçe ya da iki dilde şiir, öykü, deneme ve çeviri türünde yayımlanmış on kitabı bulunmaktadır. Kendisine, çok kültürlü yaşama ve halklar arasındaki kaynaşmaya yaptığı katkılardan dolayı Duisburg Belediyesi tarafından 2016 yılı Fakir Baykurt Kültür Ödülü verilmiştir. *** Mevlüt Asar wurde 1951 in Konya (Türkei) geboren. Er erhielt seine Schulbildung in Ankara und schloss 1974 sein Studium an der Fakultät für Politikwissenschaften an der Universität Ankara ab. Ende 1977 siedelte er nach Deutschland. Er wurde 2016 für seine literarische Arbeit und sein Engagement insbesondere für das friedliche Miteinander von Türken und Deutschen sowie für seine Arbeit im Literaturcafé Duisburg mit dem Fakir Baykurt Kulturpreis ausgezeichnet. E-Mail: asar.mevlut@gmail.com

%d blogcu bunu beğendi: