İstanbul’da yaşanır mı?

Kadıköy İskelesi (İstanbul)

Şehr-i îstanbul’un Anadolu yakasını tanıyabilmek için neredeyse bir haftadır, otobüs, dolmuş, tramvay dolaşıp duruyoruz. Yalnız, karşı kıyılara biraz utangaç ve eziklikle bakan Asyalı Kadıköy’ü, Üsküdar’ı değil, zenginlere ev sahipliği yapan Moda, Bostancı, Suadiye, Bağdat Caddesi keşfetmeye, iyi kötü bir izlenim edinmeye çalıştığımız semtler.

Bostancıda, Suadiye’de denizi doldurup yeni sahil yolları, parklar, restoranlar, çareler ve tabii marketler, butikler yapmışlar. Paris’i, New York’u, Berlin’i hiç aratmayan bir lüks ve şatafat hemen dikkati çekiyor. Hiç bir etik kaygı ve çekinge duyulmadan, alabildiğine sergilenen bir zenginlik, tüketim çılgınlığı! Gösterişi bu kadar sevdiğimiz! unutmuşum:

Almanya’da hiç görmediğimiz cipler, yatlar, giyim kuşam ve takı eşyaları, özel kulüpler…

Tabii bu teşhirci, zengin azınlığın kendi semtlerine, sokaklarına girmesin; engelleyemedikleri ve kendi yarattıkları aşırı yoksulluğun temsilcileri: Dilenci kadınlar, mendil satan çocuklar, çöplük karıştıran adamlar…Az sayıda bile olsalar bu şatafatın ve debdebenin ortasında daha çok göze batıyorlar…

Ve İstanbul’un tipik özelliği Anadolu yakasına da hakim: Bitmek tükenmek bilmeyen bir araç ve insan seli. En sevimli ve en sakin ulaşım aracı ise eskiden olduğu gibi beyaz karınlı vapurlar. Neredeyse 24 saat hiç durmayan bir yaşam! Trafik bunca yoğunluğa rağmen şaşılacak derecede akıcı, İstanbullular kendine özgü trafik kuralları yaratmışlar, Almanya’da öğrendikleriniz! burada bir kenara bırakmazsanız araç sürmeniz adeta olanaksız!

İstanbul’un bu yakasını tanımak isteyişimizin asıl nedeni, kafamızdaki bir somya yanıt aramak: Ben emekli olduktan sonra en azından bütün bir yıl olmasa bile 6-7 ay burada yaşayıp yaşayamayacağımız? Soruyu İstanbul’da yaşayan tanıdıklara da soruyoruz. Uzun yıllar Almanya’da öğretmen olarak çalıştıktan sonra dönüp İstanbul’a hem de Cihangir’e yerleşen arkadaşımız: “Türkiye’nin başka bir kentinde yaşamayı düşünmek bile abes! İnsan Türkiye’de yaşayacaksa İstanbul’da yaşamalı!” diyor. Ve ardından nedenini açıklıyor:

“İstanbul bir ‘dünya şehri’. Kültür ve sanat metropolü… 2010’nün Essen’le birlikte Avrupa Kültür Başkenti seçildi. Sinema, tiyatro, konserler, sergiler, okumalar; kimi uluslararası düzeyde festivaller, toplantılar, fuarlar! İstanbul, çok yakında Paris’i, Londra’yı sollayacak!”

Arkadaşımız daha bunları anlatırken benim başım dönüyor. Yıllardır Ren kıyılarının sessizliğine, Duisburg’un ve Ruhr Bölgesinin mütevazi kültürel yaşamına alışmış insanlar olarak, İstanbul’un bu büyüklüğüne, hızına ve de keşmekeşliğine ayak uydurabilecek miyiz acaba? İnsan ilk anda bu devasalık karşısında kendini birden küçülmüş ve kaybolmuş hissediyor. Koca deryada bir küçük balık gibi! Sen deryanın farkındasın ama, onun senden hiç haberi bile yok!

İstanbul, 24 Mart 2008

© Mevlüt Asar

Yazar: Mevlüt Asar (Yazar/Autor)

Mevlüt Asar, 1951'de Konya'da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bitirdi. 1978'de Federal Almanya'ya yerleşti. “Çevirmenlik” ve “Metin Yazarlığı” sertifikaları olan Mevlüt Asar'ın Almanca, Türkçe ya da iki dilde şiir, öykü, deneme ve çeviri türünde yayımlanmış on kitabı bulunmaktadır. Kendisine, çok kültürlü yaşama ve halklar arasındaki kaynaşmaya yaptığı katkılardan dolayı Duisburg Belediyesi tarafından 2016 yılı Fakir Baykurt Kültür Ödülü verilmiştir. *** Mevlüt Asar wurde 1951 in Konya (Türkei) geboren. Er erhielt seine Schulbildung in Ankara und schloss 1974 sein Studium an der Fakultät für Politikwissenschaften an der Universität Ankara ab. Ende 1977 siedelte er nach Deutschland. Er wurde 2016 für seine literarische Arbeit und sein Engagement insbesondere für das friedliche Miteinander von Türken und Deutschen sowie für seine Arbeit im Literaturcafé Duisburg mit dem Fakir Baykurt Kulturpreis ausgezeichnet. E-Mail: asar.mevlut@gmail.com

%d blogcu bunu beğendi: