Duisburg’da Kar / Schnee in Duisburg

Güneşli yaz günlerini saklamıştık çoktan
plastik sayfalarına tatil albümlerimizin
Sarı bir hüzündü sonyaz
Van Gogh’dan bize armağan
Gök yitirdi mavisini, karardı bulutlar
örttü bu sabah
Duisburg sokaklarını
o soğuk beyaz örtü
Üşüyor karşıdaki kestane ağacı
üstünde somurtkan bir karga
tüyleri fabrika bacası gibi kara
“tüy dikiyor” manzaraya
Yaşlı yüzlerde tanıdık eski keder
minik ellerde kartopu sevinci
Kestanenin altında
al bereli bir genç kız
gülüyor gözleri mavi mavi
sevdiğini bekliyor olmalı
Beni sorarsan gülüm
özlüyor bu deli gönlüm
doğduğum o sıcak iklimleri
cama vurdukça kar taneleri
**
Schnee in Duisburg

Die sonnigen Sommertage waren schon längst
in den Plastikhüllen der Urlaubsalben versteckt
Der Herbst – wie ein Geschenk von Vincent van Gogh
war ein melancholisches Gelb

Der Himmel verlor sein Blau, die Wolken wurden grauer
und es fiel heute Morgen auf die Duisburger Straßen
jene weiße kalte Decke
Der Kastanienbaum am Straßenrand friert
Auf ihm ruft ein mürrischer Rabe
mit rabenschwarzen Federn – wie Thyssenruß –
uns zum Pessimismus auf

In den alten Gesichtern ist wieder bekannter Kummer
In den kleinen Händen die Freude am Schneeball
Gleich unter der Kastanien ist ein junges Mädchen
mit einer roten Mütze
mit blau glitzernden Augen
Sie wartet wohl auf ihren Geliebten

Wenn du mich fragst, meine Rose, wie es mir geht
vermisst mein verrücktes Herz wie immer
die warmen Länder, wo ich geboren bin,
sobald die Schneeflocken an die Fensterscheiben klopfen
**

Ayvalık’ta Dil ve Edebiyat Üzerine Söyleşi

İki gün önce Korona yüzünden kaybettiğimiz kadirşinas insan, değerli gazeteci arkadaşımız, rahmetli İbrahim Ergül’ün 2017 yılında benimle Ayvalık’ta yaptığı röportaj…


Değerli okurlarımız. Ekim sayımızda ‘Ayın Konuğu’ eğitimci, yazar ve şair Mevlüt Asar. Uzun yıllardır Duisburg’ta yaşayan Asar aynı zamanda devlet onaylı çevirmen. Mevlüt Asar’la söyleşimi ”Kuzey Ege’nin Kültür Başkenti” olarak nitelediği Ayvalık merkezinde gerçekleştirdim. Söyleşimizin başında, ”Bir ayağım Duisburg’ta, bir ayağım Ayvalık’ta… Duisburg’a gidiyorum, Ayvalık’ı özlüyorum, Ayvalık’a geliyor, bir süre sonra Duisburg’u özlüyorum!” diyerek konuşmaya başlayan Mevlüt Asar’ın Ayvalık’a olan hayranlığını bildiğimden, Balıkesirli olmanın verdiği ev sahipliliği sorumluluğu ile ”Dünya üzerindeki cennete hoşgeldiniz!” diyerek söyleşimize başlamak istiyorum:

Ayvalık’a olan hayranlığınızı sık sık dile getiriyorsunuz… Denizin, martıların size ilham kaynağı olduğunu söyleyebilir miyiz?

Mevlüt Asar: Ayvalık Kuzey Ege’nin incisi olan bir kent. Sadece Mevlüt Asar’ın değil, bir çok insanın çok sevdiği, yaşanası güzellikte bir kent. Ayvalık hem yaşam kalitesi açısından, hem kültür ve sanat olarak insanları çeken bir kent. Bir çok ressam arkadaş, bir çok insan burada resim yapma ihtiyacı duyuyor. Yıllarca resimle ilgilenmeyenler buraya gelip yerleştikten sonra, doğayı görünce resimle ciddi bir şekilde ilgilenmeye başlıyor.

Yine aynı şekilde şair, yazar arkadaşlar burayı kendileri için bulunmaz bir nimet olarak görüyor. Ayvalık Kuzey Ege’nin kültür başkenti olma niteliğine sahip. Bir taraftan tatil yapıyorsunuz, bir taraftan da kültürel ihtiyaçlarınızı karşılıyorsunuz. Ayvalık geçmişi, nüfusu itibarıyla uygar bir şehir. Doğasıyla, şehir dokusuyla, tarihiyle, insanlarıyla sadece ressamlara, fotografçılara değil, edebiyatçılara, sanatçılara büyük ilham veren bir kent.

Şiir ve öykü çalışmalarınız için aradığınız kenti bulduğunuza göre, çalışmalarınız hakkında bilgi verir misiniz?

Mevlüt Asar: Ayvalık üretmek, hem de ürettiklerimi paylaşmak açısından olanaklar sunan bir kent. Buraya gelirken yazmış olduğum şiir, öykü dosyalarını beraberimde getiriyorum. Genellikle onları burada gözden geçiriyorum. Bu arada yeni şiirler ve öykülerde çıkıyor. Üçüncü şiir kitabının hazırlıkları tamamlandı, ama basılmadı. Kitabın ismi henüz belli değil. Dosyada şiir defteri olarak yer alıyor. Ayvalık’ta kültürel, edebi yaşam bulmanın yanı sıra, yeni insanlarla, yeni edebiyatçılarla, sanatçılarla tanışma fırsatı buluyorum. Ayrıca, kendimi ortaya koyabildiğim, görücüye çıkabildiğim bir ortam sunuyor. Ayvalık’ta kaldığım tatil süresince okuma akşamları düzenliyor, okuyucularımla buluşuyorum.

Kitaplarınızı Türkçe yazıyorsunuz. Anadil Türkçenin sizin için önemi nedir?

Mevlüt Asar: Ömrümün yaklaşık olarak 30 yılını Türkiye’de geçirdim. Türkçeyle doğdum, Türkçeyle büyüdüm, eğitimimi Türkçe yaptım, Türkçe edebiyatla ilgileniyorum. Eğitim yıllarında, Fransızca, İngilizce… Almanya’ya geldikten sonra ise Almanca öğrendim. Sonradan Türkçe’nin dışında başka bir dille karşılaşmak, bana Türkçe’nin önemini daha da fark ettirdi. Bir kere kendim Türkçe yazıyorum, edebiyatı Türkçe ile yapıyorum. Anadille yapılan edebiyat yüksek düzeye çıkabiliyor. İnsanın asıl yurdu aslında hem çocukluğu, hem de öğrendiği anadil. Yaşlandıkça anadilimin, yurdumun kıymetini daha fazla fark ediyorum. Çocuklarım için de aynı şeyi söyleyebilirim. İki dilli yetişmeleri için özen gösterdim. Türkçeyi hiç bir zaman ihmal etmedim. Okullardaki Türkçe derslerine göndermenin yanı sıra, Türkiye tatillerinde Türkçe konuşmaları için olanaklar sağlandı. Türkçe okumaları için aldığımız kitapları Almanya’ya getirdik. İki çocuğum da hem Almancayı, hem de Türkçeyi çok iyi kullanıyorlar. Bu onların hem meslek, hem de özel hayatları için çok değerli. Buradan ailelere ”Çocuklarınızı mutlaka iki dilli yetiştirin” çağrısında bulunabilirim. Öncelikle anadil Türkçeye ağırlık vermek gerekiyor. Türkçe yeteri kadar gelişmez ise ikinci bir dili öğrenmek çok zor oluyor. Anne ve babalar Anadil Türkçe konusunda duyarlı olmalılar.

Edebiyata düşkün, yazma konusunda becerili olan yazar adaylarına önerileriniz nedir?


Mevlüt Asar: Bir dönem Fakir Baykurt İşliği’ni yönetmiştim. Bu işliğe sıfırdan başlayan, yazmayla hiç ilgisi olmayan işçi kökenli, öğrenci kökenli arkadaşlar geldi. Edebiyata ilk önce okuyucu olarak merak salmış, sonra da yazmayı deneyen arkadaşlar tanıdım. Bunların bir kısmı inatla, sabırla çalışmalarını sürdürdüler. Aslında edebiyat diğer sanatlar gibi yetenek işi. Gözlemci özelliği, merak ve arkasından da anlatma özelliği varsa, insanda ön koşullar oluşmuş demektir. Onun dışında kalan ”roman nasıl yazılır, öykü nasıl yazılır, karekter nasıl yaratılır” gibi konular teknik konular. Okullarda, kurslarda bile öğrenilebilir. Fakat edebiyat, diğer sanatlarda olduğu gibi tutku istiyor… tutkuyla çalışmak gerekiyor, ”birkaç şiir yazayım da sonra yazarım, devam ederim.” fikrini kabul etmiyor! Ayrıca, yazılanları da başkalarıyla, bu işten anlayanlarla paylaşabilmek gerekiyor. Hatta oturup konuşmak, onların fikrini almak gerekiyor. Bu, Duisburg’ta çok fazla değil maalesef. Yazan, çizen insanların bir araya gelip birbirleriyle paylaşabilecekleri, fikir verebilecekleri imkanlar az. Edebiyat Kahvesi’ni kapattıktan sonra, bu daha da azaldı. Yine de araştırılırsa, sosyal medya üzerinden edebiyatla ilgilenen insanlara ulaşılabiliyor. Bir insanın içinde yazma tutkusu varsa, peşini bırakmamalı… işe okumakla başlamalı. Fakir Hoca bizlere ”Yüz tane okuyup bir tane yazacaksın!” derdi, okumadan yazar olunamayacağının bilinmesini istiyordu…

“Dankensbrief”

1980'li yıllarda “Die Brücke” (Köprü) adlı bir dergide Almancası yayınlanan “Armağan” başlıklı şiirime, iki sayı sonra aynı dergide Hans-Herbert Dreiske adlı tanımadığım bir şair tarafından "Dankensbrief" (teşekkür mektubu) adlı bir şiirle karşılık verilmişti. Bu beni çok duygulandırmış ve "teşekkür mektubu"nu Almanya'da iki dilli olarak yayınlanan "Gurbet İkilemi / Dilemma der Fremde" adlı şiir kitabımın arka kapağına almıştım. Bu olay aynı zamanda benim, şiirin yayınla okuyan arasında bir “köprü” oluşturma gücüne olan inancımı da pekiştirmişti... 

ARMAĞAN 
...
yüreğim Yunus'tan
sevgi salar damarlarıma
haktan yana atar 
Pir Sultan'dan bu yana
ellerim Koca Sinan'dan
görkemli yapıtların ustası
Karacaoğlan'ca coşar
tellerinde sazın
işte bu yürek ve ellerdir
size Anadolu'dan armağan
Mevlânâ'nın hoşgörüsüyle abdestli
Nâzım'ın hasreti ile yüklü
ey “akşam ülkesi”nin yorgun insanı
öyle uzak öyle yabancı durma bana
hepinize merhaba!
gözüm yok 
ekmeğinizde suyunuzda
bağdaş kurup aranıza
ortak türküler söylemeye geldim

***
TEŞEKKÜR MEKTUBU 

Mevlüt Asar
tanımadığım dost
selamın yanıtsız 
kalmamalı 
İşitildi o
Armağanların
kaçmadı gözümüzden
Aldık onları
çoktan
Biliyorum
taşıyorsun sen
çok daha fazlasını 
yüreğinde
ellerinde
Ben de seni 
teşekkürle selamlıyorum
Belki de
başladık bile
ortak türküler söylemeye
ve bizimle birlikte
başka birileri de
Belki 
haberimiz yok 
birbirimizden sadece
Başlamışsa bir kere
iki kişi birlikte söylemeye
çoğalacaktır giderek 
biraraya gelecek
ve
ortak türküler söyleyecek 
insanların sayısı

Hans-Herbert Dreiske
Çeviren: Mevlüt Asar

kültür savaşı ve insan…

Samuel Huntington’un “soğuk savaş” sonrasındaki “küreselleşme” sürecinde, “kültürler” / “medeniyetler” arasındaki çatışmaların öne çıkacağı tezi bir bakıma doğrulandı.

Ortadoğu’daki savaşın, işid eliyle Batı’nın metropollerine kayması, İslam ülkelerinde yükselen dinsel, “Hıristiyan” ülkelerde yüksel külterel ırkçılık bunun bir gostergesi.


Bu “savaş”ın biz insanlara yansıması ise, her birimizin bir kültürel, etnik, dinsel “kimlik” almaya ve bu “kimlik”i sürekli olarak kanıtlamaya zorlanmak şeklinde: Eğer Müslümansan, otoritenin saptadığı gibi bir “Müslüman” olduğunu kanıtlayacaksın, otoritenin belirlediği “İslami yaşam tarzını” sürdüreceksin! Şayet Türksen, Türk gibi, Almansan Alman gibi, Fransızsan Fransız gibi davranacak ve yaşayacaksın!


İşin garibi, çoğulcu, özgürlükçü, demokratik olduğunu savlayan ideolojiler, partiler, gruplar da de aynı “beklenti” içindeler. İnsanlardan sürekli kendilerini “kanıtlamaları”nı istiyorlar. Kendi içlerindeki “kara ördek”lere yer vermiyorlar, yaşam hakkı tanımıyorlar…


Dünyayı yönetenler, egemenler, sömürgenler ve işbirlikçileri, kozmopolitlik, dünya yurttaşlığı, hümanizm ve dayanışma gibi düşünceleri sözlüklerimizden silmeye kararlı görünüyorlar…

Duisburg, Aralık 2016

Mevlüt Asar

aforizmalar – 2 *

Bir insanın hiç değişmeyeceğine inanmak bilime ve insan doğasına aykırıdır! insanı biçimlendiren koşullarıdır, koşullar
değiştikçe insan da (olumu yada olumsuz yönde) değişir!
***
Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanların en ağır basan iki duygusu, özlem ve hüzündür
***
Kendimizi en aciz hissettiğimiz, öfkelenmekten başka elimizden bir şey gelmeyen saldırı türü, aptallar, cahiller ve yarı cahiller tarafından aklımıza ve mantığımıza yapılan
saldırıdır…
***
Gelecekten korkanlar, şimdiyi bilinçli bir şekilde yaşayamazlar. Çünkü kafalarını meşgul eden tek düşünce gelecek ve geleceği kurtarmaktır…
***
Bunu açıkça ifade etmeseler de, kimi şairler ve yazarlar,
kendilerini sadece diğer şair ve yazarlar ile eleştirmenlere
beğendirmek/kanıtlamak için yazarlar.
***
Düşünsel bağlamda kendimizi bir dünya yurttaşı olarak tanımlayıp bu sorunu çözmeye çalışsak da, hayat bizi bir aidiyete, bir coğrafyaya hapsetmeyi beceriyor, illaki bir yurt
ve gurbet ayrımı yapmaya zorluyor…
***
Ne yaparsanız yapın insanın şu üç yeteneğini yok edemezsiniz: Düşünmek, sevmek ve ümit etmek.
***
İnsan, hiç kimseye hiçbir şeyi kanıtlamak zorunda olmadığını kabul ettiğinde gerçekten özgürdür.”
***
Yaşam kalitemizi asıl belirleyen, maddi koşulların iyi ya da kötü olması değil, birlikte olduğumuz insanların kalitesidir.
***
Gerçek anlamda sadece bize ait olan iki büyük sermayemiz var: Biri BEDEN ve RUH SAĞLIĞI diğeri ise BİLGİ BİRİKİMİ.
Bunları korumak ve geliştirmek birincil görevimiz olmalıdır,
çünkü onlar olmadan ulaşabileceğin en üst hayat seviyesi bitkisel hayattan belki biraz da yüksek olacaktır…
***
Eskiden kendi kendime, başkaları ne düşünüyor acaba, diye sorardım. Şimdi pek sormuyorum; çünkü insanların çoğunun hiç düşünmediğini öğrendim.
***
Umutsuzlukla girişilen bir iş ya da eylem başarısızlık veya yenilgiyle sonuçlanabilir. Ancak, hiçbir başarısızlık ya da yenilgi nihai değildir.
***
Aslında ölüm de doğum gibi doğal bir gerçeklik. Ancak yaşamla ölüm aynı anda, aynı bedende bir arada olamıyorlar. Ölüm varsa yaşam yok. Yaşam varsa ölüm yok. Ancak asıl olan ve bize bahşedilen ölüm değil yaşam! Öyleyse kutsanması gereken ölüm değil, yaşamdır. Kim ki ölümü
kutsuyor, ölümü cazip ve güzel göstermeye çalışıyor ondan
uzak durun!
***
Duygulu, sanat, edebiyat düşkünü, yaşama sevdalı insanların bedeni ne denli yaşlanırsa yaşlansın yüreği her
zaman genç kalıyor. Son yolculuğa çıktığımızda arkamızdan
ağlayan, yas tutan yoksa, hayatı hiç yaşamamış, kimseyi gerçekten sevmemişiz demektir.
***
Hafta içinin çilesini çekmeyenler, hafta sonunun kıymetini bilmezler!
***
Hayatta önemli olan büyük olanaklara sahip olmak değil, sahip olduklarımızı iyi değerlendirmektir.
***
Çokbilmişlerin ve yarı-aydınların en belirgin özelliği kendilerine ve başkalarına soru sorma ihtiyacı duymamalarıdır.

***
İnsanın doğasında içgüdüsel olarak var olan korkuyu bir siyasi araç olarak kullanarak, halkı diz çöktürmeye çalışmak terör örgütleri ile diktatörlerin ortak yanını oluşturur.
***
Vatan, millet, bayrak, Türklük, şehitlik, Müslümanlık, Kur’an, Hz. Muhammed, Atatürk, T.C. vb. gibi milli ya da dini sembolleri, kavramları veya isimleri kullanarak SİYASET ya da MUHALEFET yapanlar, yanlış yoldadırlar. Çünkü bu kavram, sembol ve isimler hiç kimsenin adına tescilli değildir. Bir gün birileri çıkar ve bunları elinizden alarak sizi dımdızlak ortada bırakır,hatta sizi yok edecek bir karşı-silah olarak da kullanabilir…

***
Dünyayı değiştirebilecek üç sihirli üç araç vardır:
1. empati: Düşünürken, söylerken, eylerken, insanı odak noktası olarak almak; kendimizi karşımızdaki insanın yerine koymak.
2. cesaret: Düşündüklerimizi ve gerçekleri tehlike ve yasaklara rağmen söylemek cesaretini göstermek.
3. düşlem: Dünyanın, insanlığın acı gerçeğini kabullenmek yerine, başka ve daha güzel bir dünyayı düşlemek, bu düşün gerçekleşmesi için tutkuyla çaba harcamak.
***
En umutsuz zamanlarda bile, dostluğun düşmanlıktan, iyiliğin kötülükten, sabrın taştan, düşüncenin silahtan, sevginin nefretten daha güçlü olduğunu unutmamalı insan…
***
İnsan soyu, kendinin de doğanın bir parçası olduğunu yeniden  öğrendiğinde daha mutlu olacak.
***
İnsanın yanılgılarından biri de yakınında bulamadığını
uzaklarda bulacağını sanmasıdır.
***
Katiller, işkenceciler, tecavüzcüler… vicdanlarını rahatlamak için, kurbanlarının mutlaka bir suç, bir günah işleyerek bunu hak ettiklerine inanır ya da inandırılırlar.
***
Kimi dostluklar çiçek gibidir, fazla yada az su verilince solar gider.
***
Günbatımları hüzün verir, çünkü bize hayatın geçiciliğini anımsatır.
***
Özür dilemek, kimi insanın kişisel yada ulusal gururuna, kibrine yenik düşerek beceremediği; kimilerinin ise rahat ve içtenlikle  gerçekleştirdikleri erdemli bir davranıştır.
***
Özellikle bozuk ve kapalı havalarda çevrenizdeki insanlara iltifat etmeyi unutmayın, çünkü iltifat söze dönüşmüş güneş ışığıdır.
***
Biyolojik evrime inanıyorum, ancak insan soyu olarak, sosyolojik, ruhsal ve zihinsel evrim yolunda bir adım ileri gidebilmek için üç Nuh Tufanı daha yaşamamız gerektiğini
düşünüyorum.
***
Halkı yüceltenler, milliyetçilik ve ırkçılık gibi tehlikeli girdaplara sürüklenirken, halkı küçümseyen, bu
halktan bir b.k olmaz, diyenler, işin kolayına kaçıp, bir çeşit entelektüel aklanmaya yöneliyorlar. Bize “çıktığı kabuğu” yüceltmeyen ya da hor görmeyen üçüncü bir yol gerekiyor.
***
En büyük hatamız, kendi yaptığımız hatayı kabul etmemektir.
***
Her ayrılığın kendine özgü bir anlamı vardır: Bazen eskiyi
geride bırakmak, bazen bir arkadaşı terk etmek, bazen hoşumuza giden bir alışkanlıktan vazgeçmek, bazen üzülmek hatta bazen acı çekmektir. Ve her ayrılık aynı zamanda yeni
bir şeye başlamanın sevinci, yeni bir serüven, yeni arkadaşlar ve yaşam yolunda ileriye doğru atılmış bir adım demektir.”
***
Aklının feneri, karanlığın rüzgârıyla sönmüş bir halkın içine doğmak, uygarlık yarışını ta başta kaybetmektir.
***
Kendi içinde birlik ve beraberliği sağlayamayan milletlerin
her zaman, savaşacak ortak bir iç ya da dış düşmana gereksinimi vardır.
***
Din ile bilimi/bilgiyi birbirinden ayıramayan toplumlar her zaman aldatılmaya ve sömürülmeye mahkümdür!”
***
Çoğumuz hayatın bize ne verdiğini sorgular dururuz, oysa asıl  sorgulamamız gereken bizim hayata ne verdiğimizdir…
***
Yanlışa yanlışla, haksızlığa haksızlıkla, şiddete şiddetle
karşılık vermek, göze göz dişe diş, anlamına gelen çağ dışı bir
anlayıştır ve hiçbir sorunu çözmez, aksine çözülemez hale getirir.
***
İnsanı insan yapan en önemli özelliklerinden biri özgürlük
tutkusu ve bilincidir! Bizim özgürlükten anladığımız, insanın
ne isterse onu yapması değil, yapmak istemediği bir şeyi, dini
veya siyasi bir gerekçeyle yapmaya zorlanmamasıdır.
***
Postmodern anlayış ve global kapitalizm, inandığımız tüm
gerçekleri, idealleri yıkarak ve bizi tek başımıza bırakarak
kendini ayakta tutmaya çalışıyor. Bu durumda yapmamız gereken inandığımız gerçeklere, ideallere ve de birbirimize
daha çok sarılmaktır.
***
Tarih boyunca yaşanmış iç savaşların ve halk isyanların
nedeni, egemenlerin iflas etmiş bir siyaseti halka ya da halkın
bir bölümüne baskı, zulüm ve silah zoruyla kabul ettirmeye
çalışmalarıdır.
***
Düşünüyorum da, eğer yurttaşların, gururlarını okşayacak, kendilerine umut verecek pembe yalanlara
ihtiyacı olmasaydı, baştaki politikacıların da bu kadar çok
yalan söylemesine gerek olmayacaktı.
***
İnsanlık her çağda, karşı karşıya kaldığı felaketlerden, belalardan kendini kurtaracak mucizelere ve kahramanlara
ihtiyaç duydu. 21. yüzyılda hâlâ bizi kurtaracak büyük kahramanlar, mucizeler bekliyorsak büyük bir yanılgı içindeyiz. Bu çağda mucizelerin mümkün olmadığını ve asıl kahramanların biz küçük insanlar olduğunu anlamanın ve anlatmanın önemi arttı.
***
İnsanın yaşama gücü ve istenci, dağları yerinden oynatan,
mucizeler yaratan bir güçtür. Yeter ki, umutsuzluğa düşüp onu yitirmesin!
***
“Korku, insanın en güçlü duygusudur, çünkü yaşama
içgüdüsü ile ilgilidir. İnsanların çoğu, hayatta kalabilmek için “korku”ya boyun eğer, özgülüklerinden, haklarından vazgeçerler. Korku’nun bir başka özelliği debulaşıcı olmasıdır. Bunu bilen derin-devlet ve siyasi
iktidarlar, antidemokratik iktidarlarını pekiştirmek ve
sürdürmek için “korku”dan yararlanırlar. Korku’yu
derinleştirmek ve yaymak için terör dahil her türlü yöntemi kullanırlar çünkü “korku” gibi “cesaret” de bulaşıcıdır.”
***

*) “İki Ülke – İki Lisan – Bir İnsan”, Kibele Yayınları, Mart 2018

aforizmalar -1*

Yalan ve hurafe ile beslenen bir kültürde, sadece kendini
dev aynasında gören cahil ve görgüsüz ‘cüceler’ yetişir.
***
Yaşadıklarımıza birlikte ağlayıp birlikte gülebilseydik,
bunca ayrı düşmezdik birbirimizden.
***
Giderek özümüzden uzaklaşıyor, sözde hayatlar sürdürmeyi tercih ediyoruz.
Sözde yurtsever, sözde hoşgörülü, sözde demokrat, sözde Müslüman, sözde hepimiz kardeş,
sözde hepimiz insanız…
***
Hayat, birçok insanla yolumuzu kesiştirir, sonradan bir
kısmıyla yollar ayrılır. Yolumuzun ayrıldığı çoğu kişi geride
hiç iz bırakmadan gider, çok azı belleğimizde ve kalbimizde
ömür boyu taşıyacağımız silinmez izler bırakırlar…
***
Kalbimizin elleri, ellerimizin de kalbi olsaydı, dünya ne
kadar güzel olurdu kim bilir.
***
40 yıllık göçmenlik serüvenimde yabancılık duygusunun
her türünü yaşadım diyebilirim, ancak en kötüsü insanın,
özyurdu saydığı ülkede kendini yabancı hissetmesi.
***
Haklı çıkmak ya da haklı olduğunu bilmek, her zaman
insanı teselli etmeye yetmez.
***
Onurla taşınan bir yenilgi gelecekteki başarı için atılan ilk
adımdır.
***
Gördüğümüz her şeyi gerçek sanmamız düştüğümüz
yanılgıların temelini oluşturuyor. Bir nesneye, bir olaya farklı
açılardan, farklı perspektiflerden bakmak, gerçekliğin farklı
yönlerini görmemize ve dünyayı doğru algılamamıza
yardımcı olur.
***
Aklımız, dolayısıyla düşüncelerimiz (ruhumuz) dış
dünyadan ve dış gerçeklikten bağımsız değildir. Ancak
gerçekliği anlamlandırmak, yorumlamak ve onu değiştirmek
akıl ile mümkündür.
***
Evrende hiçbir şey sürekli ve kalıcı değildir. Her şeyin:
Dünyanın, hayatın, mevsimlerin, karanlığın ve de siyasi
iktidarların bir başlangıcı, bir sonu vardır. Fakat insan, bir
tüneli andıran karanlık zamanlardan geçerken bunu unutur.
Tünel hiç bitmeyecekmiş sanır, tünelin sonundaki ışığı değil,
sadece tünelin karanlığını görür ve umutsuzluğa kapılır.
Doğru olan hem karanlığı hem ışığı birlikte görmek ve
düşünmektir.
***
Gerçek edebiyat, kavga, acı ve umuttan beslenir. Kavga
çirkefe, umut hüsrana dönüşür, acı müzminleşirse, edebiyat
da ya bir ağlama duvarına ya da verimsiz bir tarlaya evrilir.
***
Sanıldığının aksine zor olan, düşünceyi söze dökmek
değil, sözden yola çıkarak düşünce üretmektir.
Her meslek kendine özgü bilgi, beceri ve sabır gerektirir.
Ancak kimi meslekler en başta onur gerektirir. İşte o
mesleklerden biri de öğretmenliktir. Bir Çin atasözünde
belirtildiği gibi, öğretmenin öğrettikleri onurlu olduğu kadar
saygı ve kabul görür..
***
Zaman, insanın hiç bu kadar ruhsuz ve acımasız oluşuna
tanık olmadı belki de.
***
Namus, şan ve şeref sözlerini dillerinden düşürmeyenler,
genellikle bu alanda özürlü olanlar ya da bunlara hiçbir
zaman sahip olmayan kişilerdir. Bir Alman atasözü der ki,
şeref yoksulu olmak, utanç varsılı olmaktan evladır.
***
İnsani ilişkilerde, günlük hayata hatta politikada yaşanan
kavgaların çoğu, kendimizi karşı tarafın yerine
koyamadığımızdan, yani empati yapamamaktan kaynaklanır.
***
Bir inancın, bir fikrin, bir ideolojinin aşağılanarak,
yasaklanarak ya da baskıyla ve zulümle yok edilemeyeceğini,
fikre karşı ancak fikirle mücadele edilebileceğini
anladığımızda toplumsal barışa biraz daha yaklaşmış
olacağız.
***
Size hayatı zindan edeni, hayatınızdan çıkarıp atmadığınız
sürece, hayatınız bir gün zindana doğacak güneşi beklemekle
geçecektir.
***
İnsan haklarına sahip çıkmanın ve onu savunmanın bir tür
insanlık ve insan olma mücadelesi olduğunu kavradığımız
gün, eşitlik, kardeşlik ve barış için en büyük adımı atmış
olacağız.
***
Dünyamızın geldiği noktada, Facebook ve Twitter gibi
sosyal-paylaşım ve iletişim ağlarını, yalnızca bir boş zaman
uğraşısı” olarak görmenin yanlış olduğunu düşünüyorum.
İnsanlığa dayatılan karanlık, kanlı ve insanlık dışı gidişe karşı
verilmesi gereken ortak mücadelede her olanağı, her ortamı
iyi değerlendirmek zorundayız. Bu mücadelede öncelikle
yapmamız gereken şey, demokratik ve hümanist bir
dayanışma kültürü oluşturmaya çalışmaktır.
***
Türkiye’deki aydınlar, her şeyi çok ve doğru bildiğini
sanıyor, yakınmayı/eleştiriyi çok seviyor, fakat iş değiştirme,
düzeltilme, mücadeleye gelince işi başkalarına havale
ediyorlar. Alman aydınları ise politikada çok daha tutarlı,
bilgi ve deneyim konusunda alçak gönüllü, mücadele
konusunda daha sabırlı ve daha uzun soluklu.
***
Anadolu hümanizminin, birleştirici felsefesini içselleştiren
ve 68 Kuşağı’nın sözden çok eylemi öne çıkaran mücadele
yöntemini benimsemiş bir kişi olarak, kendi kabuğuna
çekilmiş ya da bencil, bireyci, topluma, çevresine bir şey
vermekten çok almaya çalışan insanlara değil, bilinçli ve
özverili bir tutkuyla, kendini yetkin gördüğü, ilgi duyduğu
kültürel, sosyal, çevresel, sanatsal alanlarda, -birlikte yaşadığı
insanlara, akıl ya da öğüt vermek yerine- somut projeler,
eylemlerle topluma bir katkı sunmaya, birlikte yaşamını
güzelleştirmeye çalışan arkadaşlara, -siyasi, etnik ya da cinsel
bir ayrım gözetmeden- özel bir saygı ve sevgi duyuyorum.
***
Bir kentin insana yurt olabilmesi için, onun tarihi, doğal ve
tarihi güzelliği yetmez. Kendimizi evimizde hissedebilmemiz
için arkadaşlar, dostlar, komşular kısaca insanlar gerekir.
Anlaşabileceğiniz, aynı dili konuşan, aynı değerleri paylaşan
insanları bulmak, onlarla kalıcı ilişkiler kurmak hiç de kolay
değildir. Bunun için çaba ve zaman harcamak gerekir.

***
Bana göre, felsefi ve kültürel bağlamda Türkiye’den Batıya
ve Doğuya bilinçli ve objektif bakabilen az sayıdaki
düşünürlerden biri Cemil Meriç’tir. Sol kesim, Meriç’i
küçümseyerek görmezden gelmiş, sağ kesim ise onu tam
manasıyla okuyup anlamadan, batı düşmanı sanarak
sahiplenmiştir.
***
Aşağılık kompleksi veya sağlıksız özgüven ile gerçeklik
kaybı sadece kişilere özgü ruhsal hastalıklar olmayıp tarih
boyunca bazı toplumlarda/milletlerde de rastlanılan, tedavisi
çok zor, ağır sonuçları olan hastalıklardır.
***
İki dilde yaşamak hiç de kolay değil, çünkü iki dilde
yaşamak iki insana iki ülkeye denk düşüyor. Öyle olunca
kimi günler, hüzün iki kat hüzne, kırgınlık iki kat kırgınlığa,
yalnızlık iki kat yalnızlığa dönüşebiliyor.
***
Ne söylersek söyleyelim, ne yazarsak yazalım,
söylediklerimiz, yazdıklarımız ne kadar haklı, ne kadar doğru
ve ne kadar güzel olursa olsun; muhatap aldığımız kişilere
ulaşmadığı, ulaşsa bile algılanamadığı, algılansa bile
içselleştirilmediği sürece gök kubbede hoş bir seda olmaktan
başka kıymeti harbiyesi olmayacak.
***
Cehalet, dünyanın her yerinde var. Ama hiç bir ülkede,
Türkiye’deki gibi pervasızca ve küstahça ortaya dökülmüyor.
***
Hayatın kendisi bize, büyük düşünür ve filozoflardan
öğreneceğimizden daha değerli ve esaslı şeyler öğretir.
***
Acı insanı olgunlaştırır, sevgi iyileştirir.
***
İki insanın aynı resme bakıp farklı şeyler görmesi, aynı
makaleyi okuyup farklı şeyler anlaması, aynı şeyi düşünüp
farklı şekillerde ifade etmesi, aralarındaki düşünsel ve
duygusal uzaklık ile doğru orantılıdır.
***
Evet, insan insanın kurdudur, ama aynı zamanda insan
insanın ilacıdır. Ne kadar güçlü bir kişiliğe sahip olursa olsun,
insanın en temel ihtiyaçlarından biri yine insandır. Bunu en
iyi hiç kimsesi olmayanlar, bir hücreye kapatılanlar ya da
tecrit edilenler bilirler.
***
21. yüzyıl bize, sadece kimi hastalıkların değil, cehaletin ve
ırkçılığın da bulaşıcı olduğunu öğretti.
***
Birine karşı gösterdiğiniz hak edilmemiş ilgi ve sevgi, bir
gün size pişmanlık ve üzüntü olarak geri döner.
***
Eğer düşünebiliyor, sevebiliyor, özgür davranabiliyor ve
gün batımlarında günün açtığı yaraları sarabiliyorsan
gerçekten yaşıyorsun demektir.
***
Gerçeği değiştirmenin iki yöntemi vardır: Söz, yani laf ya
da eylem. Edilgen ve tembel insanlar sözü tercih ederek lafla
peynir gemisi yürütürler. Dürüst ve cesur insanlar ise, en zor
şartlarda bile eylemi tercih ederek, ellerini taşın altına
koyarlar.
***
En çekilmez insan tiplerinden biri de dinlemeyi
öğrenmeden, konuşmayı kendine hak sayan ve de her şeyi
bilen insandır. O insan üstelik silip atamayacağınız biriyse
vay halinize.
***
Bu vahşi çağda, her sanatçının, edebiyatçının yeri ezilen
insanın ve katledilen doğanın yanıdır! Şarkılar, şiirler,
öyküler, resimler, fotoğraflar onlar için olmalıdır!
***
Hayatımızda öyle anlar vardır ki, sözün kendisi bir
eylemdir ve değeri eylemden daha büyüktür.
***
Biçimi önemsemeyenler, özü de yeterince ciddiye almazlar.
***
Doğrular ve gerçekler, yanlış kişiler tarafından dile
getirilince değerinden bir şey kaybetmez.
***
Çok yalın ve basit gerçekleri bile karmaşık ve anlaşılmaz
bir biçime sokmak, post-modern dünyanın bir hastalığıdır.
***
Hiçbir diktatör, hiçbir ülkede halkı şiddet kullanarak uzun
süre baskı altında tutamaz; çünkü evrendeki hiçbir arzu,
özgürlük arzusu kadar sürekli ve güçlü değildir. Bu arzuya
karşı ne bir hükümet ne de bir tiran, polisiyle askeriyle karşı
durabilir.

*) “İki Ülke – İki Lisan – Bir İnsan”, Kibele Yayınları, Mart 2018

%d blogcu bunu beğendi: