“İslamcı akımlar, zulme ve zorbalığa karşı ilkeli, hakkaniyetli ve örnek bir duruşu gösterdiklerinde, ezilenlerin özlemi, umudu oldular. Ne zaman ki, iktidara ve iktidarda kalmaya odaklandılar, işte o zaman zulmün öznesi ve yüklemi oldular!” 1
İslam’ın ortaya çıkışıyla birlikte dinin temel ilkelerinden çok siyasi hedefleri öne çıktı. Muhalifleri bugün olduğu gibi, İslam hâkimiyetini yıkmaya çalışanlar olarak algılandı, hak ve özgürlükler bir tehlike olarak görmeye başlandı.
Günümüzde iktidarda olan İslamcı Siyasetler de, iktidara okadar odaklanıyorlar ki, muhalefete düşme olasılığınıkabullenemiyorlar. Onların en zayıf ve de en tehlikeli yanı işte bu iktidarı kaybetme korkusudur. Oysa dinler tarihine bakıldığında, zahiri zafer kazanımları yerine ilkeli, ahlaki duruşların yüceltildiği görülür.
Toplumunu ikna edip inancı yayamadığı için üzülen elçilerini, Allah: “Adil ve hakkaniyetle davrandın, görevini yaptın!” diyerek teselli eder ve “Senin için doğru yol, hak ve adalet üzere olmadır, zalimlerle ortaklık yapmaman, zalimleşmemendir, iktidar kriterin değildir!” der.
Peki, iktidar yerine adaletten ayrılmamayı öğütleyen bir dinin üyeleri niçin bu kadar iktidara odaklanmış durumdalar? Çünkü dini bir ideoloji haline getirerek siyasete girerseniz, kaybetme fikrini kabullenmeniz zordur. Bunun için de hâkimiyete odaklanmayan tüm İslami cemaatleri de küçümser ve dışlarlar. Toplumu tektipleştirici, ve tekfirci bir anlayış egemen olur. Şu anda bu, dini bir söylem ile yapılmıyor sanılabilir, ama “küresel operasyon, dış güçler, vatan hainleri” kelimeleri artık bunu ifade ediyor.
İslamcılar, Hristiyanlıkta olduğunun aksine, tarihsel ve düşünsel olarak hatalarını kabul etmeme eğiliminde oldukları için özeleştiri yapmaya kesinlikle yanaşmıyorlar. Çünkü öz eleştiriyi bir zafiyet, bir tür “günah çıkarma”, dolayısıyla hâkimiyeti sarsacak bir tavır olarak görüyorlar. Özeleştiriye açık beyinlerden hiç hazzedilmiyor, özeleştiri yapanlar hemen dışlanıyor ve “karşı tarafın adamı” olmakla itham edilebiliyor…
Duisburg, Kasım 2016
Mevlüt Asar
1) Ömer Faruk Gergerlioğlu
*) İki Ülke – İki Lisan – Bir İnsan, Kibele Yayınları, İst. Mart 2018