İnsanı diğer canlılardan ayıran bir özelliği de, her üç zamanı (geçmiş, şimdi, gelecek) birden yaşayabilmesi. Anılarımızla geçmişe, umutlarımız ve hayallerimiz ile de geleceğe gezintiler yapabiliyoruz. Bu özelliğimiz hayatı yaşanılır kılan, yenilgilere, yalnızlıklara direnmemizi sağlayan bir yetenek belki de…
İnsanın yaşlandıkça, geçmişe yönelik gezilerin, özlemlerin, geçmişte yaşama eğiliminin artması nereden bakılırsa bakılsın, hüzün veren hatta acı veren bir durum. Çünkü bu, hem “şimdi”yi yeterince yaşayamadığımızın hem de geleceğe ilişkin beklentilerimizin, umutlarımızın giderek azaldığının da bir göstergesi… Elbette bunda “yaşlanma”nın neden olduğu “durgunluğun”, “ataletin” , fiziksel “zayıflama”nın da büyük rolü var…
Yaşlandıkça bu tür bir nostalji “hastalığı”na, geçmişe geri dönüş eğilimine kapılmayan insanların farkı, “şimdi”yi hatta “an”ı hakkını vererek, ayrıntılı ve en yoğun şekilde yaşamaya çalışmaları. Geçmiş, onların belleğinde sıcak bir esinti; gelecek ise, kulaklarında uzaklardan gelen hoş bir müzik olarak yerini alıyor. Buna karşılık, soluk alınıp verilen her anı bir “armağan” olarak görüyorlar. Hele bir de içlerindeki çocuk hala yaşamayı sürdürüyorsa, yaşamanın tadına doymuyorlar.
Mevlüt Asar