
Bild/ Resim: Der Kuss – Gustav Klimt
Şair, Aşk'ı etkin söz dağarcığından sileli yıllar olmuştu. Kurumaya yüz tutmuş, edilgen sözcükler arasında onun bir gün yeniden yeşereceğini, yazdığı metinlerin baş sözcüğü olabileceğini hiç düşünmemişti. İlk kez o kadınla karşılaştığında Aşk‘ın atıldığı eskimiş sözcükler yığını arasında hafifçe devindiğini, nefes alıp vermeye başladığını belki de sezinlemiş, ama önemsememişti.
Bir süre sonra o kadınla tekrar görüşüp yüz yüze konuştuklarında Aşk'ın canlanıp beynindeki aktif sözcükler arasına girdiğini, kendi kendine sorduğu “âşık mı oluyorum?” sorusuyla anlamıştı. Unuttuğunu sandığı o üç harfli sözcük bilinç altından bilincine çıkmıştı. Aşk sözcüğü ile yeniden karşılaşmak onu hem heyecanlandırıyor hem de korkutuyordu.
O kadınla bir başka gün buluşup baş başa kaldıklarında korktuğunun başına geldiğini, öldü sandığı Aşk'ın yeniden dirildiğini hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde anladı. Evet, Aşk yeniden yaşama dönmüş, unutulmuş sözcükler mezarlığına geri gömülemeyecek kadar canlanıp güçlenmişti. O telaffuz etmekten kaçındıkça, aşk bir yolunu bulup tümcelerin içine, satır aralarına giriveriyordu.
Aşk’ın yaşayan söz dağarcığına taşınmasıyla birlikte, diğer sözcüklere yeni bir koku yeni bir renk geldiğini şaşırarak algıladı.Ürettiği tümceler daha canlı daha yaşam dolu daha tutkuluydu. Aşk’a direnmekten vazgeçti, çünkü Aşk'tan kaçış yoktu.O kadını düşündükçe duyguları ve dili Aşk’ın karşı konulmaz gücüne teslim oldular. Duygularına, diline koyduğu sansürü kaldırdı. Ve Aşk beynindeki, dilindeki tüm sözcüklerin başına geçti.
Kadınla üçüncü kez buluştuklarında, aşk tüm zorbalığı ele alıp “Beni yaşayacaksın, beni yazacaksın” diyerek kendisinden kurtuluş olmadığını kesin olarak ilan etmişti bile. Artık,Aşk’ı yeniden yaşamaktan, yeniden yazmaktan başka çaresi yoktu. Aşkın, onu boş bir sözcük olmaktan kurtarması, yeni bir anlam, yeni bir içerik kazandırması için gece gündüz bilincini baskı altına almaya başladı. Evet, âşık olmak onu korkutuyordu,fakat yeniden âşık olabildiğini görmek ve Aşkı yeniden yaşamak onu için için mutlu ediyordu. Aşk’ın geçmişteki tüm bağlamlarından kopmuş, yeni ve boş bir sayfa olarak önünde durması şairi ayrıca kışkırtıyordu. Yaşamdaki tek kutsal gerçeklik olan Aşk’ı yepyeni öz ve biçimle yazabilmesi, edebi yeteneğini ortaya koyabilmesi için bu belki de son bir şansıydı. Bu şansı kaçırmamak gerektiğini düşündü. Yazacağı, mutlaka yeni, farklı bir Aşk olmalıydı.
Ancak şair, bir süre sonra Aşkı yazamayacağını üzülerek ve büyük bir hayal kırıklığıyla anladı. Aşk, kendini yazdırmıyordu. Yaşadığı Aşk'ın yolu, yönü belirgin değildi. Her şey a-çıktı, Aşk'ın nasıl gelişeceğini, nasıl sonuçlanacağını bilmesi hatta sezinlemesi bile olanaksızdı. Bunları belirleyecek olan yalnızca Aşk’ın kendisiydi. Yani şair Aşk'ı değil, Aşk şaire kendini yazdıracaktı. Bu acı gerçeği görmek şairi korkuttu, ancak başka hiçbir seçeneği yoktu. Kendini ve kalemini Aşk’a teslim etti…
Mevlüt Asar
(Aşkın Halleri, Neziher Yayınları, İlk basım: Eylül 2016)