Acıtıldım, yaralandım, kanadım. Denizin mavisi soldu, güneşin sarısı karardı, baharın müjdecisi bademlerin çiçekleri döküldü. Göz yaşına dönüşmedi acılarım. Elvermedi onurum, gözlerime dolan yaşları denizin tuzlu suyuna akıtmaya.
Acımasız sözlerindi beni vuran, dünyamı karartan. Ellerim ellerinde gözlerin gözlerimde nasıl da acımasız dökülüvermişti, keskin bir hançerle kazınmış gibi sözlerin: "Seni seviyorum, sensiz yapamam! O'nu da seviyorum, gelip geçici. Yaşamak istiyorum yine de onu. Bırak gideyim, yine döneceğim sana..."
Soğuyuverdi ellerimdeki ellerin, mumu sönüverdi gözlerimdeki gözlerinin. Sönen sevgiydi, aşktı...Neden, demiştim,neden? Onun sana verdiği benim veremediğim ne? Bırakmıştın ellerimi, kaçırmıştın gözlerini. "Bilmiyorum demiştin, zaman geçip gidiyor; yaşamadıklarımı yaşamak, tükenmediğimi, kurumadığımı hâlâ arzulandığımı görmek, tenimde yaşamak istiyorum."
Yaşamak ha! Benim ölümüm pahasına bir aşkı yaşamak, arzularını doyurmak. Kurumadığını, hâlâ erkek olduğunu kendine ve o genç kadına kanıtlayabilmek. Sonra tekrar bana, ömür boyu sana sadık kalmaya, seni ömür boyu sevmeye söz vermiş kadına geri dönmek. Bundan daha erkekçe bir kuruntu olamazdı kesin. Kabullensem, "Haydi git, sonra dönersin..." desem" bile, döndüğün kadının artık ben olmayacağımı, olamayacağımı nasıl düşünemiyordun?
Aynı şeyi ben sana söylesem, aynı hançeri ben sana saplasaydım; "Evet, seni seviyorum, ama giderek yaşlanıyorum, güzellik elden gidiyor, başka erkekler tarafından hâlâ sevildiğimi, arzulandığımı görmek, yaşamak istiyorum!" deseydim… Ne yapardın? Ne ederdin? "Tamam git, isteyince geri dönersin" der miydin? Kafandan, yüreğinden, cinsel organından söküp atamadığın o erkeklik egon buna izin verir miydi? Onurun buna dayanır mıydı. Elbette "hayır!!"
"Benim ondan neyim eksik?" sorusunu sormadan edememiştim. Titrek, ağlamaklı, kendi kendine sorulmuş bir soruydu bu. Yanıt vermemiştin. Daha fazla vurmak istememiştin belki de. Oysa sorumun yanıtını kendim de biliyordum. Bende bulamadığın çok şey vardı o kadında. Gençti güzeldi, teninden cinsellik akıyordu. Her an her yerde senin olmaya seninle sevişmeye hazırdı.
Ben de öyleydim bir zamanlar ilk sevdiğim erkek tarafından suyu sıkılıp posası kalmış bir taze portakal gibi kaynar sulara atıldığım güne kadar. Gençtim, güzeldim, albeniliydim. Erkekleri peşimden koşturtuyordum. Sarı uzun saçlarım, biçimli vücudum, dolgun göğüs ve kalçalarımla erkeklere "ah" çektiren bir kızdım. Ama ben kendimi masal kitaplarından çıkıp gelecek o prense saklıyordum ve o bir gün çıkıp geldi.Atının terkisine beni atıp götürdü...
Gerisini biliyorsun. Bahçemdeki tüm çiçekler koklandı, koparıldı. Öz sularım, balım, tenim sömürüldü. Erken boy veren sevgi ağacı kurudu, yaprakları döküldü. Aç gözlü prens, kendine harem kurmaya kalktı. Beni de haremine sıradan bir cariye yapmaya kalktı. Başkaldırdım, kadınlığımın onurunu onun çamurlu çizmelerine çiğnetmedim. Sarayının kapısını yüzüne çarpıp özgürlüğe koştum. Yaralanan kadınlığımı sabırla onardım. Erkeklerden, veba mikrobundan kaçar gibi kaçtım. Zaman zaman şahlanan, hoyratlaşan arzularımı dizginlemeyi öğrendim. Kendimi doğaya attım. Kaçtım büyük kentlerden, kalabalıklardan. Buraya, Ege kıyısındaki bu yeşil kente sığındım. Dertlerimi denize döktüm. Denizle seviştim, kumsalla yattım. Bu deniz, bu güneş, bu rüzgâr bana yeniden hayat verdi. Yeşerdim yeniden kadın oldum...
Ve o deniz bir gün seni bana getirdi. Yıllar sonra ilk kez elim bir erkeğin eline, dudaklarım bir erkeğin dudağına dokundu. Titredim, terledim, bastırılmış korkularla sarsıldım. Kaçmak istedim, beni bırakmadın. Sevdiğine, sevginin yalansızlığına, sonsuzluğuna beni ikna ettin. Etrafı taş duvarlarla çevrili yüreğime bir güneş ışığı gibi sızdın. Buzları erittin. Sana inandım, yüreğimin kapılarını sonu kadar açtım, sevgin dolsun diye. Sevmeyi yeniden öğrendim. Tenimi, bedenimi, yeniden sağalttığım kadınlığımı sana sundum...
Anlaşılan sana yetmedim, yetemedim. Gözünü gönlünü doyuramadım, açlığını gideremedim. Şimdi o genç kadına gitmek için benden izin istiyorsun. Yaşlanmanı, hayatın geçiciliğini hazırlandığın ihanet seferine gerekçe yapıyorsun. Haydi git güle güle...Perde kapansın, oyun bitsin. Deniz beni çağırıyor. Duisburg, Kasım 2004
© Mevlüt Asar (Aşkın Halleri, Neziher Yayınları, 1. Basım: Eylül 2016)
Bunu beğen: Beğen Yükleniyor...
İlgili
Yazar: Mevlüt Asar (Yazar/Autor)
Mevlüt Asar, 1951'de Konya'da doğdu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi bitirdi. 1978'de Federal Almanya'ya yerleşti. “Çevirmenlik” ve “Metin Yazarlığı” sertifikaları olan Mevlüt Asar'ın Almanca, Türkçe ya da iki dilde şiir, öykü, deneme ve çeviri türünde yayımlanmış on kitabı bulunmaktadır. Kendisine, çok kültürlü yaşama ve halklar arasındaki kaynaşmaya yaptığı katkılardan dolayı Duisburg Belediyesi tarafından 2016 yılı Fakir Baykurt Kültür Ödülü verilmiştir.
***
Mevlüt Asar wurde 1951 in Konya (Türkei) geboren. Er erhielt seine Schulbildung in Ankara und schloss 1974 sein Studium an der Fakultät für Politikwissenschaften an der Universität Ankara ab. Ende 1977 siedelte er nach Deutschland. Er wurde 2016 für seine literarische Arbeit und sein Engagement insbesondere für das friedliche Miteinander von Türken und Deutschen sowie für seine Arbeit im Literaturcafé Duisburg mit dem Fakir Baykurt Kulturpreis ausgezeichnet.
E-Mail: asar.mevlut@gmail.com
Mevlüt Asar (Yazar/Autor) tarafından yazılan tüm yazılar