
Büyük usta Nâzım Hikmet’in dostu ressam Abidin Dino’ya yöneltiği ,”Sen mutluluğun resmini yapabilir misin?” sorusuna YANKI dergisinin son sayıdaki yazısında İmdat Ulusoy da değindi. Essen Kentindeki sergi sırasına F. Baykurt ‘un bu soruyu anımsatması üzerine Abidin Dino ”O, Nâzım’ın nazirelerinden, esprilerinden biriydi. Nâzım da bilirdi ki, mutluluğun resmine ne kağıt, ne boya, ne kalem yeter; ne de benim gücüm ve ömrüm yeter. Ama o dünya insanını mutlu görmek istiyordu…“demişti.
Sonradan Fakir Baykurt’la birlikte Paris’te kendisini ziyaret etme ve sohbet etme mutluluğunu ve onurunu tattığım rahmetli Abidin Dino’nun bu açıklaması yanında tabii ki akla başka seçenekler de geliyor; örneğin;Nazım mutlululuğun çok göreli, subjektif ve duygusal bir kavram olduğunu vurgulayarak, gerçek bir nesne gibi resminin yapılamayacağını ima etmiş olabilir. Ya da sanatın, resmin tek başına insanları mutlu edemeyeceğini dile getirmek istemiştir.
Hangi seçeneği doğru kabul edersek edelim, bence konu aslında “SANAT”ın veya dar anlamda “RESİM”in gücü ve işlevi ile ilgili. Bir sanat olarak “resim” nedir , neyin resmi yapılabilir ya da yapılamaz ? Resmin /sanatın bir etkileme gücü var mıdır?
Bu ve benzeri soruların yanıtları teorik veya bilimsel düzeyde şüphesiz çok tartışılmış ve farklı yanıtlar verilmiştir. Beni burada ilgilendiren daha çok sorunun ikinci kısmı, yani sanatın gücü. Daha somut bir ifadeyle; acaba sanat bir insanı gerçekten etkileyebilir, onu değiştirebilir mi? Genelleştirerek sorarsak; bir resim, bir müzik parçası, bir film, bir roman, bir öykü, bir şiir veya bir fotoğraf bizi ve dolayısıyla yaşantımızı değiştirebilir mi?
Bence bu soruları “evet”le yanıtlamak gerekiyor. Çünkü, sanatın “sihirli gücü”nden etkilenmeyecek bir insan düşünmek zor. Evet, sanat bizi/insanı etkiler hatta değiştirir. Belki çoğumuz bu değişimin bilinçli bir şekilde farkına varmayız. Ama etkilendiğimizi dile getiririz. “Bu resim beni çok etkiledi” veya “Bu müzik beni çok etkiliyor” deriz. Hatta “Bir roman okudum yaşantım değişti!” ya da “Bu film benim yaşantımı değiştirdi!” diyen insanlara da rastlarsanız hiç şaşmayın.
Peki, sanatçıların kendileri de sanatın bu “sihirli gücün” farkında mıdırlar? Belki, ama bu özellikle “büyük sanatçılar”ın çoğu için önem taşımaz. Sanatçının asıl amacı sanat yapıtıdır, yani yaratmaktır. O, algıladığı ve ya düşlediği bir gerçekliği, bir nesneyi, bir insanlık durumunu, bir melodiyi -kendisini de içine katarak- sanat yapıtına dönüştürür. Onun asıl kaygısı yarattığının “tek” ve “özgün” olmasıdır. Bu kaygıyı taşımayan ve gerçekliğe kendisinden katacak bir şeyi olmayan sanatçıların yapıtları ”sıradan” olmaktan kurtulamazlar. Bu tür sıradan yapıtların etkileme gücü sınırlı ve geçicidir, bir süre sonra unutulur giderler.
Bir edebi yapıtının etkileyici olabilmesi için en azından öz de ya da biçimde, okuyucuya ”yeni’ bir şeyler sunması, vermesi gerekir. ”Yeni”nin ne olduğunu/olabileceğini bilmek /sezmek için de o güne kadar yazılanları, en azından ‘klasik’ sayılan yapıtları tanımak, okumaktan başka çare yoktur.
Mevlüt Asar
(“Edebiyat Defteri” adlı dosyadan)