Ayvalık’tayım, Sarımsaklı’da bir sahil kahvesinde. Rüzgar sakin, su serin, martılar öğle uykusunda. Tatilciler ise kendi aleminde, tadını çıkarıyor, denizin, güneşin ve kumun; pek umurlarında değil dünyanın halleri… Bense şiir gibi şiir, arıyorum bir destegülün sayfalarında, şöyle yüreğimi hoplatacak “işte budur!” dedirtecek….
Eski kuşak şairlerimizin adları var okuduğum şiirlerin altında: Cevat Çapan, Cengiz Bektaş, Ahmet Oktay, Ali Püsküllüoğlu… Biyografilerine bakıyorum, bir tek Cevat Çapan, Robert Kolej’i bitirdikten sonra Cambridge ‘de İngiliz Edebiyatı okumuş. Cengiz Bektaş ise Münih Teknik Üniversitesi’nin mimarlık bölümünü bitirmiş. , Ahmet Oktay ve Ali Püsküllüoğlu ise liseden terk…
Bir ölçüde tanıdığım Alman Edebiyatı ile kıyaslayınca bizde edebiyat ya da dilbilim okumuş yazar ve şair sayısı yok denecek kadar az, onun için olsa gerek, “Yazarlığın, şairliğin okulu yoktur!” sözü en çok bizde kabul görmüştür. Yazarlığı şairliği ikinci ya da yan meslek olarak seçen ustalarımız, ağabeylerimiz bu işi “otodidaktik” yoldan öğrenmiş olsalar da, önlerinde şapka çıkarılacak güzel şiirler üretmişler.
Yazımı bu ozanlardan birinin şiiriyle değil, geçen yıl yitirdiğimiz bir Ayvalıkı şair H. Hikmet Esen’in bir kısa bir kısa şiiriyle noktalayayım:
Bazen,
Yengeç yuvalarına saklandım;
Bazen midye kabuklarına…
Zaman,
Soluduğum,
Hava kabarcıklarıyla tırmandı.
Yem olmadım ama köpek balıklarına,
Oltam,
Balıksız kaldı…
Ayvalık, temmuz 2018